O gümbür gümbür ses

O gümbür gümbür ses

SEVİN OKYAY
Zamanlı Zamansız - 26 Eylül 2015

Tuncel Kurtiz’i gençlik yıllarımdan beri tanıyorum, hatta ilkgençlik denebilir. Sonraları ona hep “ağbi” demek istemiştim, niye olduğunu bilmeden. Doğum tarihine baktım da, eh, evet, benden altı yaş büyükmüş. Şimdiyi bilmem, ama bizim zamanımızda bu büyük bir yaş farkı sayılırdı. O yaştakiler seni gruplarına almak istemezdi, sana “kuyruk” gözüyle bakarlardı. Tuncel ile hiç böyle bir grup durumumuz olmadı, ama ben yazları peşlerine takıldığım benden büyük bir gruptan biliyorum. Kendisini grup pasaportu olarak kullanmaya çalıştığım Aral ağbim, benim yanımda sızlanırdı çünkü: “Bu kız benim kuyruğum mu? Niye her yere benimle geliyor?”

Neredeyse adaşım Evin, mesela, onların grubuna girmiş. Ama o kolejin yanı sıra aynı zamanda konservatuvara gidiyor ve zaman zaman onlara piyano çalıyor. Üstelik onun ağbisi Ergin (benim de arkadaşımdı, meğer benden beş yaş büyükmüş), Tuncel’in kardeşiyle evlenmişti. Evin, o bu dünyaya veda ettikten sonra yazdığı yazıda, Nâzım şiirlerini de ilk olarak onun kurşunkalemle yazılmış defter sayfalarında gördüğünü söylemiş. Sonra da sandalla Boğaz’da denize açıldıklarında Tuncel’in Şeyh Bedrettin Destanı’nı güneş altında baştan sona okuyup oynadığını anlatmış.

Benim de hayatımın unutulmaz anlarından biridir. Ama sandalda yoktum tabii, Tuncel, eşsiz bir sesi olan Sema Moritz’le birlikte sahnelemişti Destan’ı, asla unutulmayan o gümbür gümbür sesiyle… Aradan onlarca yıl geçmiş, hâlâ gözümün önüne gelir. Sesleri duyarım, ışıkları görürüm, Destan’a can katan hareketler geçer gözümün önünden. Bir başka seferle karıştırmışım herhalde, Sema radyoya geldiğinde ona sormuştum; “Sultanahmet civarında bir yerdeydi, sen de vardın, değil mi?” diye. Meğer o da benim gibi unutamamış. Yerebatan’daymış galiba, yerini unutup duruyorum, ama o sahne gözlerimin önünde. Biz de sahnenin önünde büyülenmiş gibi oturuyoruz. Yıl kaç, kim bilir? Oysa sonra Viyana’da hazırlayıp İstanbul Tiyatro Festivali’ne getirdiği Destan da var. Onu da izledim, ama Almanya’da yaptığını görmedik.

Yetişkinliğinde çok dolaştığı, farklı farklı yerlerde kaldığı söylenirdi. Ama zaten küçüklüğünde de babasının görevleri nedeniyle çok dolaşmış. Çok kitap okunan bir evin çocuğu. Babası elinden kitap düşmeyen biri. Onu örnek almış. Lise çağında İstanbul’a gelince de tiyatro, opera ve konserlerle tanışıyor. Bunların hepsi çocuğun yolunu kısaltır. Onu seçimine yaklaştırır.

Edebiyat matineleri, tiyatrolar, Gaskonyalı Toma, Haşet Kitabevi, Eminönü Öğrenci Lokali, Molla Fenari Sokak… Sonra Ege Ernart, Ergin Sander, Özdemir Asaf, Asaf Halet Çelebi, Aydın Engin, Münir Özkul, Sadık Şendil… Sonra oyunlar, oyuncular, Tuncel tiyatrocu. Dormen Tiyatrosu’na giriş, turneler ve İstanbul, Şehir Tiyatrosu, yevmiyeli bir aktör. Halk Oyuncuları’nı kurmaya çalışıyorlar Tuncer Necmioğlu ile. Askerken, Yılmaz Güney ile Umut filmi çalışmaları. Filmi Cannes’a götürüyorlar.

Güney onu Duvar filmine çağırıyor. Kurtiz, Filistin ve İsrail’de Kuzunun Gülümseyişi’nde oynuyor ve Peter Brook’la tanışıyor. Brook onu Sürü’de beğenmiş, New York’a çağırmış. Oradan Paris’e ve Tuncel’in ilk denemesi. Böylece üç yıllık bir macera başlıyor: Mahabharata. Gene unutamadığım bir olay.

Çok beğendiğim, bayıldığım Mahabharata’da (Brook’u da çok severdim), oynayacağına sevinmiştim, ama böyle büyük bir rol olduğunu bilmiyordum. Bir baktım, yere çömelmiş, bildiğimiz “bul karayı al parayı” oynuyor, oynatıyor. Böylece dünya çapında bir yıldız oldu.

Aydın Engin, şöyle yazmış:

Çok yıllar sonra, Berlin…

Bir tiyatro devi, Peter Brook bir ekip kuracak ve dünya turnesine çıkacak. Türkiye’den bir tiyatro devini de ekibe kattı.

Berlin karlar altında. Büyük bir avludan geçilerek girilen, neredeyse eşyasız bir evde yine buluştular. Peter Brook’un baştan çıkarıcı projesini, onun o projede girdiği ağır yükü konyak eşliğinde hem konuşuyor, hem tartışıyorlar. Hintli bir sahtekârı oynayacak. Şu bizim “Bul karayı al parayı“ dediğimiz hileli oyunda enayilerin paralarını üten bir sahtekârı…

 – Elimle mi, yüzümle mi oynamalıyım?

 – Bence ellerinle… İlle de parmaklarınla…

 – Ben de öyle düşündüm. Ama senin söylemen de iyi oldu. Evet ellerimle…

 – Parmaklarınla…

 – Evet, evet parmaklarımla…

Unutamadığım bir şey de, Menend’le ikisinin aşkları, mutlu beraberlikleri, birlikte olunca gülen yüzleridir. Gezici Festival’de de, başka festivallerde de beraberdiler. Edremit’teki Zeytinbağı’nda da tabii. Dostları da çok severdi bu küçük oteli.

Tuncel’in o güzelim, gümbür gümbür sesini duymayalı iki yıldan fazla oldu… Ama kulağımızdan hiç silinmemiş ki!

 

, , , ,
Share
Share