Jeanne D’arc’ın öteki hikâyesi…

Jeanne D’arc’ın öteki hikâyesi…

ECE İREM DİNÇ
Düş Kazanı - 22 Ekim 2015

Yaşam, gezinen bir gölgeden ibaret zavallı bir komedyen,
bağıra çağıra saatini doldurur sahnede ve bir daha duyulmaz olur sesi;
bir ahmağın anlattığı masaldır bu,
avazı çıktığınca, hiddetli ve hiçbir anlamı olmayan.
William Shakespeare

“İşte bütün mesele bu,” diyor, toplumcu Bulgar şiiri ve oyun yazarlığının son yarım yüzyılına damgasını vuran Stefan Tsanev. “Yaşamak için mi ölmek… Ölmek için mi yaşamak… Oysa ne direnmeyi kutsallaştırabildik, ne de ölmeyi… Oysa insan direnendir zaten… Ve yaşamak için ölmek gerekir bazen… Ve yakından düşünmek için, uzaktan bakmak gerekir bazen… Kurulan tuzaklarla, inananların yanması ne kadar uzaksa bugünün dünyasına, direnen insanın ölümsüz bir azizeye dönüşmesi de o kadar uzak… Sürünerek yaşamayı yaşamak kabul eden toplum ne kadar uzaksa bugünün dünyasına, yakılarak öldürülen efsanevi kadın da o kadar uzak…”

Oyunun adı, Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü…  Hikâyenin kahramanı Jeanne, 29 Mayıs 1431 gecesi Fransa, Rouen Hapisanesi’ndeki hücresinde günün ışımasını bekliyor. Engizisyon Mahkemesi tarafından büyücülükle suçlanmış ve hakkında yakılma kararı alınmış. Bu gece, Jeanne’nın yaşamak ya da ölmek arasında seçim yapacağı o son gece. Zira günün ilk ışıklarıyla beraber, kendisini bekleyen devasa bir ateşin içine yürüyecek. Ve şimdilik yanında, yaşadığı bu kabus dolu geceye eşlik edecek iki kişi daha var; “yaşasın ve kahrolsun” ikilemi arasında kararsız kalan iki yüzlü bir cellat ve kendi yarattığı insanlar tarafından hayal kırıklığına uğramış çaresiz bir Tanrı…

Ortaçağ… Savaşları, veba salgınları, açlığı, sefaleti, vahşiliği ile belki de tarihin en acımasız dönemi. Ve Jeanne’nın talihsizliği, bir vakitler bilgin kabul edilen büyücülerin, ortaçağın din karanlığı altında “şeytanın uşağı” ya da başka bir deyişle “cadı” ilan edilerek, ölüme mahkum edildikleri bir dönemde dünyaya gelmiş olması. Engizisyon Mahkemeleri’nin hükmü açık; “Efsuncu kadını yaşatmayacaksın!”

Pek çok bilim insanının da belirttiği gibi kişi, birtakım egemen ve vahşi güçler tarafından baskı altına alındığında korkabilir. Bu doğaldır. Korkan insan susacak ve suçsuz dahi olsa durumu çaresizce kabullenecektir. Bunun sonucunda da insanı insan yapan değerlerini birer birer yitirecektir. İşte ortaçağın “Cadı Avı” denilen ve kendini din ile haklı çıkarmaya çalışan ölümcül yasaları da tam olarak bunun peşindeydi. Korkut, Sustur ve Öldür. Çünkü, kilise kanunun adı, Tanrı Korkusuydu. Halk devamlı korkmalıdır ki kilise ayakta kalabilsin. Engizisyonlar da bu amaçla kurulmuş ve uzun yıllar boyunca görevini hiç acımadan yerine getirmişti.

Aslına bakılırsa, Cadılık inancının tarihi ilk insan topluluklarına kadar uzanıyor. Öyle ki, Cadı sözcüğü özünde vahşi (wild) ve bilgi (wit) sözcüklerinin birleşimi. Antik çağda Wic; söğüt dalı manasına geliyor, yani kırılmadan bükülebilen dal… Bir nevi gerçeğin algısını bükebilme, görünmeyeni görünür kılabilme anlamında. Pagan kökenli bir kült Cadılar. İsimleri, zaman içinde bir takım kötücül ve şeytani güçlerle birlikte anılmaya başlansa da, başlangıçta çok daha iyimser efsanelere de konu olmuş kendileri. Örneğin, Transilvanya’da doğaüstü özellik ile büyü gücü olan kadınlara, tanrıların armağanı gözüyle bakılır ve Lace Romni yani “İyi Kadın” adı verilirmiş.

Şimdi, tekrardan kahramanımız Jeanne D’arc’a dönecek olursak, kendisi gerçekten de ortaçağda yaşamış ve büyücülükle suçlanarak vahşice yakılmış bir azizedir.  Ne ki, okuma yazması bile olmayan bu köylü kızı, emrine aldığı küçük bir birlikle Fransa’nın Orleans kentini İngiliz askerlerinden temizlemiş ve ülkesinin bağımsızlığı adına büyük başarılar elde etmiştir. Son olarak emrindeki askerlerle birlikte, Paris’i kurtarmak üzere yola çıkması ve özellikle de durdurulamaz cesareti nedeniyle, kilise tarafından pusuya düşürülerek yakalanmış ve adaletsiz bir yargılama sonucunda büyücülükle suçlanmıştır.

Bugün, 29 Mayıs 1431.

Jeanne, Fransa, Rouen Hapisanesi’ndeki hücresinde oturmuş günün ışımasını bekliyor. Engizisyon Mahkemesi tarafından büyücülükle suçlanmış ve hakkında yakılma kararı alınmış. Bu gece, Jeanne’nın yaşamak ya da ölmek arasında seçim yapacağı o son gece. Zira günün ilk ışıklarıyla beraber kendisini bekleyen devasa bir ateşin içine yürüyecek…

Derler ki ruh, insana hayat veren bir varlıkmış. Ve şu dünyadaki hiçbir cisim – canlı ya da cansız – ilk biçimini kaybetmeden yeni bir biçime kavuşamazmış. Mesela bir cisim aynı anda hem üçgen, hem de çember olamazmış. O hâlde talih, karşısına en uğursuz yüzüyle dikildiğinde insan, kendini kendinde yok etmesini bilmeli ve işini feleğin ellerine bırakmadan kendi başına görmeliymiş. Ve ki, her sonun yeni bir başlangıç olduğundan asla şüphe etmemeliymiş.

Jeanne, bunu iyi biliyordu.

Bu yüzdendir ki, ölümün üzerine cesaretle yürüdü, yeniden ve yeniden doğabilmek için; Cellat ve Tanrı’nın hüzünleri, gülünçlükleri ve çelişkileri içinde…

 

, , , , , ,
Share
Share