Garbo gene İstanbul’da!

Garbo gene İstanbul’da!

SEVİN OKYAY
Zamanlı Zamansız - 24 Eylül 2016

Şimdi size efsanevi Garbo 92 yıl sonra gene İstanbul’da desem ne düşünürdünüz? Bir, aklımı kaçırdığımı; iki, 92’yi yanlış yazdığımı; üç, kafayı hayaletlere taktığımı; dört, dünyanın en yaşlı kadınının İstanbul’a geldiğini. Beş, hiçbiri. Peki, efsane ne olacak?

Efsane ikinci gelişinde, görsel malzemeler ve LP’ler halinde konuğumuz oluyor. Sinemanın “efsane” olmaya en yaraşan yıldızı Greta Garbo bu sefer Necip Sarıcı ile Şerif Antepli’nin koleksiyonları marifetiyle şehrimizde. Garbo, sadece güzelliği, iyi oyunculuğu, ketum ve mesafeli biri oluşuyla değil, aniden ortadan kaybolmasıyla da efsane olmuştu.

Greta Garbo, neredeyse yüz yıl önce Pera Palace’ta bir film çekimi için konaklamıştı. “Greta Garbo 92 Yıl Sonra Tekrar Pera Palace’ta” sergisinin mekânı da Pera Palace Hotel Jumeirah. Dün başladı, 28’ine kadar sürecek, yani Çarşamba’ya bitiyor. Belki de geçen yüzyılda kalmış bir efsaneyi, ama gerçek bir efsaneyi tanımak istersiniz. Ya da tanıyorsunuzdur da, bizim gibi hatıralara dalmak arzusundasınızdır. Sergi 10:00 – 18:00 saatleri arasında Paşa Salonu’nda ziyaretçilere açık olacak. İki yaratıcısının adları birer garanti zaten.

Garbo, bir film nedeniyle geldi demiştik. 1924 yılında Pera Palace’ta tam 50 gün konaklamış, otelin Pera’ya bakan köşe suitlerine de adı verilmiş. İlk gelişine neden oluşturan filmin adı “The Odalisk from Smolensk”. Bu film için, onu görür görmez âşık olan, sinema tekniği dersleri verip ilk filminde oynamasını da sağlayan Mauritz Stiller ile gelmişlerdi İstanbul’a. Sonra yapımcı firma iflas etti, film çekilemedi, elli günlük konukluk da yanlarına kâr kaldı. Çok eğlendikleri rivayet olunur. Greta Garbo, misafirliği boyunca İsveç Konsolosluğu’ndaki Noel ve Yılbaşı kutlamalarına da katılmış.

Kimdi Greta Garbo, ya da tam adıyla Greta Lovisa Gustafsson? Kendisi İsveç asıllı bir Amerikalı. 1905’in 18 Eylül’ünde İsveç’te doğdu (bu sergiyle 111’inci doğum gününü kutluyor olacak), 1990’da hayata veda etti. 1920’li ve 1930’lu yıllarda uluslararası bir yıldızdı, efsane düzeyine yükselmişti. Üç kez Akademi ödülüne aday oldu ama, 1954’te “ışıklı ve unutulmaz beyazperde performansları” için aldığı onur ödülüyle yetinmek zorunda kaldı. 1999 yılında ise Amerikan Film Enstitüsü, Klasik Hollywood Sineması’nın en büyük kadın yıldızları listesinde Katharine Hepburn, Bette Davis ile Audrey Hepburn’un ve bir başka İsveçli’nin, Ingrid Bergman’ın ardından onu beşinci sıraya oturttu.

Meslek hayatı 1924’te İsveç filmi “The Saga of Gosta Berling”le başladı. Oyunculuğu Metro-Goldwyn-Mayer’in (MGM) başındaki Louis B. Mayer’in ilgisini çekti. Greta 1925’te Hollywood’a gitti. Ertesi yıl gösterime giren ilk sessiz filmi “Torrent/Sel” ile derhal dikkati üzerine çekti. Ama onu dünya çapında bir yıldız yapan, üçüncü filmi “Flesh and the Devil / Ten ve Şeytan”dır. İlk sesli filmi 1930 yapımı “Anna Christie”ydi. MGM filmi sadece iki kelimeyle pazarlamıştı: “Garbo talks!” / Garbo konuşuyor!” Bu aynı zamanda Sidney Lumet’in yönettiği 1984 yapımı filmin de adıydı. Filmde genç bir adam ölüm döşeğindeki Garbo hayranı annesinin arzusunu yerine getirmek için aktrise ulaşmaya çalışır.

Greta Garbo, rollerinde de gitgide daha seçici olmaya başladı, popülerliğine dayanarak mukavelelerinin şartlarını da kendi koymaya girişti. Başarısı “Mata Hari” (1931) ve “Grand Hotel / Büyük Otel” (1932 gibi filmlerle devam etti. Ama çoğuna göre “Camille / Kamelyalı Kadın”daki Marguerite Gautier rolü, yıldızın en başarılı performansıdır. İkinci Oscar adaylığı da bu filmle gelmişti.  Ne var ki, 1938’de “Gişe Zehri” ilan edildi. Ancak bir yıl sonraki “Ninotchka / Gülmeyen Kadın” meslek hayatını yeniden canlandırdı. Bu gülmeyen kadının beklenen (yoksa ‘beklenmeyen’ mi desek?) kahkahası ise cidden harikadır. 1941 yapımı “Two-Faced Woman / İki Yüzlü Kadın”ın ardından, yirmi sekiz filmde oynadıktan sonra, 35 yaşında sinemayı bıraktı. Kendi ifadesine göre, Winston Churchill bile rica ettiği halde geri dönmedi. Evlenmedi, çocuğu olmadı. Parasının hesabını bildiği söylenirdi. İleriki yıllarda resim koleksiyoncusu oldu. Koleksiyonunda Pierre-Auguste Renoir, Pierre Bonnard ve Kees van Dongen gibi ressamların milyonlarca dolar değerinde tabloları vardı.

New York’ta yedi odalı bir daire aldı, ölene kadar orada yaşadı. “Garbo Talks” filmine itimat caizse, her gün parkta dolaşırmış. Meslekteki ilk günleri dışında imza bile vermez, hayran mektuplarını cevaplamazdı. Kendine ait hiçbir sırrı açıklamadı, söyleşi yapmadı, galalara katılmadı. Evinin adresiyle telefonunu MGM bile bilmezdi derler ama, doğru mu bilemiyoruz. “Büyük Otel”deki repliği “Yalnız kalmak istiyorum” ona maledilmişti. Garbo yıllar sonra, “Yalnız kalmak istiyorum demedim, rahat bırakılmak istiyorum dedim, arada fark var,” demişti.

İstanbul hakiki bir efsaneyi konuk ediyor!

, , , , ,
Share
Share