SAA-1 / 030 Hiç Parasız Pulsuz Kalmadım

Fotoğraf: Kayıpbirisi

SAA-1 / 030 Hiç Parasız Pulsuz Kalmadım

AHMET BÜKE
Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi - 15 Aralık 2014

Çocukken, ölüm fikri beş dakikadan fazla oyalanmaz insanda. Büyüdükçe onunla oynamayı severiz. Tıpkı bir kedinin yün yumağıyla debelenmesi gibi. Bir türlü kalkıp gidemez insan. Ufakken öyle değil işte. Ben de hemen unuttum.

Boz kılıflı bavulu çıkarttı orta yere babaannem.

Çorapları ve çamaşırları, dedemin mavi çizgili mendillerini ve Optalidon haplarını, kılıfa dikilmiş zarlı cebe tıkıştırdı.

Öteki elbiseleri özenle katlayıp yerleştirmeye başladı.

Ağlamak geliyordu içimden ama faydasız olacağını biliyordum. Hiçbir çocuk boş yere ağlamaz. Çekince sıkılmamış silah gibidir boş yere ağlamak. İmkânları kısıtlar hep.

Yine de dedeme doğru dönüp, kısık bir sesle konuştum.

Ama dede. Ben daha küçüğüm. Ne yapacağım?

Dedem balkonun kapısındaki büyük deliklere yuva yapmış saç arılarını[1] reçelle doyurmaya çalışıyordu o sırada.

Döndü, ?Böyle böyle büyüyeceksin. Merak etme, dedi.

Babaannem oralı bile değildi. Bavulun bir türlü tutmayan kayışlarına saydırmakla meşguldü.

Bir ara yüzümün aldığı hali fark etti. Yanıma geldi.

Ara tatile girdiniz. Bence dünyanın en güzel şeyi on beş gün okulun olmaması. Güzel güzel eğlen.

Sonra çıkıp gittiler.

Büyükler böyledir. Bazen çıkıp giderler. Hatta dönmedikleri de olur. Böyle böyle büyüyoruz işte…

Bu defa da Kurşunlu’ya, kaplıcalara gittiler. Dedemin dizleri iyice kilitlenmiş. Akranları cuma namazında dörtnala secdeye varırken onun sandalye üzerinde tünemesi ağırına gidiyormuş güya babaannemin.

Tamam, kumda birinci gelsin demiyorum, ama yılkıya da düşmesin şimdiden.

İki yanağımdan öpüp kapıyı kapattılar.

Mutfak yemek doluydu. Arap Hatçam Teyze de gün aşırı beni yoklayacaktı. Para lazım olursa, bir koşu Berber Kazım?a gidebilirdim. Hastalanırsam, Bakkal Nihat çaresine bakardı.

Ölürsem ne olacak? diye mırıldandım kendi kendime.

Ama çocukken, ölüm fikri beş dakikadan fazla oyalanmaz insanda. Büyüdükçe onunla oynamayı severiz. Tıpkı bir kedinin yün yumağıyla debelenmesi gibi. Bir türlü kalkıp gidemez insan. Ufakken öyle değil işte. Ben de hemen unuttum.

Gocuğumu giyip doğruca sokağa çıktım.

Bakkal Nihat beni görünce kapıya çıktı. Elinde koca topak İzmir tulum, gömlek kolları dirseklerine kadar sıyrılmış.

Lan kerhaneci! Nereye gidiyorsun bana haber vermeden? Vallahi dedene söylerim döndüklerinde.

Durdum.

Niyetim, yerden bir taş alıp şu koca camı indirmekti. O zaman Kav kibriti ve Gripin kutuları birbiri ardına devrilir, un ve şeker çuvalları harekete geçer, derken duvarlar, evler ve şu yıkılası mahalle arka arkaya çökerdi.

İyi olurdu yani. Ama dedem de kızardı. Vazgeçtim.

Nihat Amca, dönem ödevleri var, kütüphaneye gidiyorum, dedim.

Ben anlamam, dercesine omuz silkip girdi içeriye.

Koşarak yokuştan indim. Akasyalı yolu geçtim. Zeki Müren Parkı?na bakan üç katlı eve doğru yürüdüm. Gülden oymalı kapıyı hiç tereddüt etmeden? hızlı hızlı çaldım.

Hayriye Hocanım kapıyı açtı.

Hayırdır oğlum? dedi. Sabah sabah, üstelik tatil vakti buradasın…

Öğretmenim, önce günaydın der, ellerinizden öperim. İzmir’in dağlarında çiçekler açtığında, Kemal Paşa Belkahve’de süvari kahvesini içerken, Bana bir daha şekerli kahve getireni vekil yapmam, diye celallendiğinde ve Kurtdereli raakibini kündeye getirdiğinde…

Evladım, dedi öğretmenim. Benim bir kocam var. Bu ne demek biliyor musun? Yeterince kederim var demek. Fazla uzatmayalım, ne istiyorsun sen?

Tam yüz lira verdi bana. Bir ellilik, gerisi onluk. Büyük para. Elimi hiç cebimden çıkarmadım. Dizlerim titreye titreye bir taksiyi çevirdim.

O zamanlar Fuar’ın Basmane kapısına yakın yerdeydi Garaj.

Salihli otobüsünü beş dakikayla kaçırmışım. Öğleden sonrası için bilet aldım. Param var ya, dedemle ayda bir gittiğimiz Adil Lokantası’na gittim. Enginar söyleyecektim, ama paraya kıyamadım insan zengin olunca gerçekten pintileşiyormuş mercimek çorbası söyledim.

İkindi vakti Salihli’ye varmadan indirdiler beni. Biraz yürüdüm. Kaplıca tabelalarını takip ettim. Sordum soruşturdum. Yan yana odaların dizildiği, nem kokan bir çıkmaza geldim. Pencerelerden içeri bakarken, dedemin kıs kıs gülen yüzünü görüverdim birden.

Kapıyı açtı.

Gel gel hanım. Bak tayyare piyangosu çıkmış bize, dedi.

Babaannem beni görünce, Üçler yediler kırklar! diye bir çığlık attı.

Tabii çok zengin olduğum için fazla laf edemediler. Bir hafta kaldık Kurşunlu’da.

Her akşam gazinoda Sensun gazozu ısmarladım dedemlere.

Yine de bitiremedik parayı. O derece çoktu yani…

 

[1] Sarıca arı da denir; bir tür eşekarısı.

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,
Share
Share