SAA-1 / 015 Tahin Helva, Gediz ve İlhan Berk

SAA-1 / 015 Tahin Helva, Gediz ve İlhan Berk

AHMET BÜKE
Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi - 25 Ağustos 2014

Eski Gördes’te de kala kala Çarşı Camisi ve İsmail Bey Amca’nın cumbalı evi kaldı. Ha, bir de mezarlık. Mezarlıklar kalır. Hepsi değil ama. Rum mezarlığının yerini bilen bile yok şimdi. Tek taş kalmamış.Kum Çayı uzak bir akrabadır. Eski sokakta, eski evde, avlu duvarı yıkılmış eski bahçede akar.

Eski Gördes ona bakar. Salkımsöğütlerin ve hiç ölmeyen dutların –yaprağı ipek böceği görmemiş olanların– altından kıvrılarak akar. Orada İsmail Bey Amca’nın beyaz entarisiyle oturduğu cumbalı ev, çaya doğru kayan dünyanın en eski ve büyük mezarlığı, büyük dedemin içe çökmüş, kitabesi çalınmış camisi, deliceye geri dönmüş narlar, isimleri unutulduğu için daralmış sokaklar, eşek arısı kolonileri, dikenden Haçlı Orduları, eski mahpus damı ve hayalet köprünün taştan ayakları durur.

Beş mahallesi ve 945 hanesi varmış Eski Gördes’in.

Kum Çayı üzerindeki tahta köprüden –şimdi sadece hayaleti var– geçilip epey dik bir yokuştan sonra Eski Gördes’e girilmiş. Ben doğmadan hepsi yıkılmış bunların.

Şehrin kuzey ucunda eski Rum Mahallesi var. Rumlar, Gördes’i terk edince adı Kurtuluş olarak değiştirilmiş. Orada olanlarla ilgili dedemin anlattıklarını hatırlıyorum. Son kalan Rum helvacıya da boykot ilan edilmiş. Dükkâna girip çıkan olursa köşe başında külhanbeyleri yakalayıp evire çevire dövüyorlarmış. Dedem hariç. O yedi yaşındaki çocuk haliyle Rum helvacıya gider, tezgâha parayı bırakır, tartıdan sardırdığı helvayı koltuğunun altına alırmış. Adamın, “Aman evladım, kimse görmesin,” diye endişe etmesine de aldırmazmış. Zira kasaba el kadar küçük, kimseden bir şey saklanmaz. Kasaba küçük ama dedemin babasının yumruğu da büyükmüş. Onun korkusu yüzü suyu hürmetine, boykotu delen tek kişi olmasına rağmen, kalabalığın içinden geçip gidermiş dedem.

“Çünkü babamın deliliği hesapsızdı. Dededen atadan komşuya yüz mü çevireceğiz, derdi. Bir de mavzeri vardı. Kimse ses edemezdi bize.”

Böyle anlatırdı dedem.

Dedemlerin Reji’yle de başı sık sık derde girermiş Eski Gördes’te.

Tütün Reji’si bu. Yani, Memalik-i Şahane Duhanları Müşterekül Menfaa Reji Şirketi.

Bakın ne yazmış Vikipedi:

“Osmanlı Üreticisi, ürettiği tüm tütün, tuz ve alkolü Reji’nin belirlediği fiyattan Reji idaresine vermek zorundaydı. Köylü Reji’den izinsiz kendi içeceği tütünü dahi saklayamazdı… Köylü kendi içeceği tütünü önce Reji’ye 3 kuruşa verir sonra 10 kuruşa geri alırdı… Bir köyden başka bir köye izinsiz tütün ve tuz taşımanın cezası çok ağırdı. Reji’nin kendi silahlı korucuları ve bunların VUR yetkisi vardı. Bazı kaynaklar Reji kolcularının 20 binin üzerinde Osmanlı köylüsünü vurarak öldürdüğünü yazarlar.”

İşte, Ahmet Bey dedem bunu genelde yapmazmış. Bölükbaşı denilen mevkide, çiftliğinde ürettiği tütününü Reji’ye vermeden kendi el altından çıkarırmış.

Kolcular bir defasında evin yüksek kapısına dayanmışlar. Büyük ninem, “Ahmet Bey evde yok. İçeri giremezsiniz. Ben ona haber yollarım. Gelir sizle konuşur,” demiş. Adamlar, evde erkek olmadığını anlayınca geri dönmüşler.

Baskını haber alan büyük dedem eve gelmiş. Atına, kıyılmış tütün çuvalı ve terazi sarmış, terkisine de dedemi alıp çarşı başına çıkmış.

“Dizlerinin üzerine mavzeri koydu. Akşama kadar seyyar karakolun karşısında tütün sattık. Kalanlarla iki dal sigara sardı. Gidip kolcubaşının kapısının önüne koydu. ‘Ev öyle basılmaz böyle basılır ağa,’ dedi.”

Büyük dedem sonuçta fakir ve genç bir adam olarak ölmüş. Babam bile hatırlamıyor. Baba ocağının duvarında gülümseyen bir fotoğrafı var şimdi.

Eski Gördes’te de kala kala Çarşı Camisi ve İsmail Bey Amca’nın cumbalı evi kaldı. Ha, bir de mezarlık. Mezarlıklar kalır. Hepsi değil ama. Rum mezarlığının yerini bilen bile yok şimdi. Tek taş kalmamış.

Belki de kalan son tat, tahin helva.

Bir zamanlar, doksanında hâlâ helva imalatı yapan bir ustayla konuşmuştum.

“Amca, neden çok yenir bizde helva?” diye sordum.

“Helva sadece tadından yenmez,” demişti. “Mecburen de yenir. Tütün ve zeytin işçiliği zordur. Çok emek ister. Güç kuvvet ister. Ameleye öyle bir gıda lazımdır ki, hem ekmeğin yanında katık olsun, hem enerji versin, hem de tatlı yerine geçsin. İşte bunun adı tahin helvadır,” demişti.

Al sana sosyo-ekonomik tahinli tahlil!

Biz Hıdrellez’lerde, çarşıdan ekmek ve helva alıp Kum Çayı’nın kıyısına –Eski Gördes’in eteklerine– giderdik. bütün mahalle de giderdi.

Orada herkes, suyun yanında çay taşlarından adaklar yapardı. Araba isteyen taşlardan araba, ev isteyen ev, apartman isteyen üst üste dizilmiş kayraklardan çok katlı haneler kurardı. Benim adağım raf raf kitaplar olurdu. Babaannem, dedeme seslenip, “Herif, bu çocuk adam olmayacak,” derdi. Dedem, “Bari mavzer yapsaydın oğlum,” derdi. Babam bu işlere hiç inanmadığı için soğusun diye çayın içine bir karpuz bırakır, sonra gelip kilimin üzerinde horlardı. Annem de kıkır kıkır gülerdi olanlara.

Belki de Kum Çayı bize bakıp gülerdi. Bilmiyorum. Ama onun yolu uzundur. Belki de bu yüzden telaşla akardı baharları. Çünkü gide gide Gediz’e karışacak. Sonra Ege Denizi’ne akacaktı.

Gediz –bizim çayımızı da içine alan o güzel lohusa şerbeti– o yıllarda tertemiz Manisa’nın içinden geçerdi.

O kucaklaşmış sulara sadece ben öyle bakmamışım demek ki. İlhan Berk, Manisa Ortaokulu öğrencisiyken Gediz’i –ve elbette Kum Çayı’nı– çok sevmiş. Ona şiir yazmış.

Bu şiir, Berk’in ilk kitabı olan ve Manisa Halkevi tarafından 1935 yılında basılan Güneşi Yakanların Selamı’nda yer almış.

Gediz’e

Sularının yeşil mi, dipleri hâlâ Gediz?

Bak, sonsuz bir hasret var, gözlerinin renginde,

Yosunlu sularına beni de bağla Gediz.

Yalnız senin o aşkın gizli gönlümde sade;

Yosunlu sularınla beni de bağla Gediz.

Uç beyimizin dizleri böyle uzuyor.

İşte tütün kaçağından Rumlar’a, helvaya ve şiire uzanan hikâye hep aynı suyun etrafında akıp gidiyor…

 

 

, , , , , , , , ,
Share
Share