Sıcak, samimi bir akşam

Sıcak, samimi bir akşam

SEVİN OKYAY
Zamanlı Zamansız - 23 Ocak 2016

Kayıp dolu günler yaşıyoruz. Edebiyat, sinema ve müzik dünyasından, yerlisiyle yabancısıyla… Neyse ki, arada güzel günler de var: Dünya Kitap’ın “2015’in En İyileri” ödül gecesi gibi. Bu gece de bize, zaman zaman Akatlar Kültür Merkezi’nde bize sevilen kişiler adına geceler düzenleyen Faruk Şüyün’un armağanıydı.

Gerçi bu gecenin galipleri önceden belliydi ama, ödül alan insanların sevinmesi hep hoşuma gitmiştir. Edebiyat dünyasının seçkin adlarının ödülü alanlarla ve verenlerle bir araya gelmesi de ayrı bir keyif. Hele bu törenin, sık sık gittiğim, çok sevdiğim Pera Kafe’de yapılması neşeme neşe kattı. Ama, böyle gecelerde çay-kahve servisi olmadığını unutmuşum, heyhat!

Dünya Kitap bu yıl yirmi beşinci yılını kutluyor, yani çeyrek yüzyılı devirdi. Yirmi üç yıldır da “Yılın En İyileri” ödüllerini veriyor. Yılın Telif ve Çeviri Kitapları, Polisiye Kitabı ve En İyi Gastronomi Kitabı ödüllerinin sahipleri bu gecede açıklandı. Her birinin ayrı ayrı jürilerinin birer üyesi kazananlara ödüllerini verdi. Yılın Yayınevi, Saygı Ödülü ile Polisiye ve Gastronomi Kültürü ödülleri de sahiplerini buldu. Sonuçta Ahmet Büke, Yasemin Aydın, Alakarga Sanat Yayınları, Sennur Sezer, Gülce Başar, Sevil Atasoy, Meri Çevik Simyonidis ve Marianna Yerasimos, gecenin kazananları oldu.

Ahmet Büke’yi zaten tanıyoruz. ON8’den çıkan Mevzumuz Derin’i hatırlarsınız. On sekiz yaşında, annesi ve dedesi ile yaşayan Bedo’nun hikâyesiydi. Bir de, Nehir’e olan sevgisinin ve kitaplara düşkünlüğünün… Ama Büke ödülü Mevzumuz Derin’le almadı, ON8 Kitap’tan çıkan İnsan Kendine De İyi Gelir ile kazandı. Burada da bir dede var, zaten Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi’ndeki hikâyelerden tanıyoruz, ON8 Blog’dan. Anlatıcımız, onunla ve babaannesiyle yaşayan bir çocuk.

Ahmet Büke, İstanbul’a erken saatlerde gelmişti. Önce Günışığı’na uğradı, sonra NTV Radyo’ya, benim Köşe Bucak programıma geldi. Sohbet ettik. Derken, editörümüz Müren Beykan’la birlikte çıktık, yazarımızı İstiklâl Caddesi’nde biraz turlamaya bırakıp, ödül töreni saati yaklaşınca da Pera Müzesi’ne gittik.

Faruk Şüyün, daha önce caddede bize rastlamış, “Kaçta isterseniz gelin, biz oradayız,” demişti. Sahiden de oradaydı, derginin yazı işleri müdürü Nermin Sayın’la birlikte. Nermin’i jüri toplantılarımızdan da biliyoruz. Dünya Kitap Yılın En İyi Telif, Çeviri Kitapları ve Yılın Yayınevi Seçici Kurulu Başkanı Doğan Hızlan bizden önce gelmiş, önce ona saygı sunduk. Sonra kendimize bir yer bulup oturduk, ama masa arkadaşlarım az sonra kalktı, ayakta başkalarına katılıp kendilerine başka bir grup kurdu. Ben de kendimi farklı bir masada oturuyor buldum. Neyse ki bu masaya eski editörüm Osman Saffet Arolat geldi, geçmiş günlerden konuştuk.

Yanımızdaki masada ise Saygı Ödülü’nün haklı sahibi Sennur Sezer’in eşi Adnan Özyalçıner vardı, yanında uzun saçlı, temiz yüzlü bir çocukla. Oğlu Ahmet sanmıştım, ben Ahmet’i göreli çeyrek yüzyıl olmuştur. Durdum durdum, bir türlü soramayınca benim yerime Osman sordu. “Adnan ağbi, oğlunsa tanıştırsana,” “Torunum,” demez mi? Meğer Ahmet’le birlikte çocukluğundan tanıdığım kızı Ayşe Bengi’nin oğluymuş. Neyse ki Ayşe’yi sonraki yıllarda da görmüşlüğüm var. Nitekim az sonra geldi, geçmişi, annesini yâd ettik. Teyzeleri de çok sevdiğim arkadaşlarımdır. Böyle törenlerin en iyi tarafı da kırk yılda bir gördüğün dostlarla bir araya gelme fırsatı.

Fakat bir de sorun vardı, çünkü polisiye jürimizin elemanları, Faruk hariç, ortada görünmüyordu. Jürinin iki ödül verdiği düşünülürse, durum acıklıydı. Ortaya çıkıp konuşmayı, ödül vermeyi sevmem çünkü. Faruk’a sordum, Seval’ın geldiğini söyledi. Gerçekten de Seval Şahin’i ileride bulup tembihledim, sakın kaybolmasın diye. Tam o sırada Metin Celal geldi, ama Erol Üyepazarcı hâlâ yoktu. Oysa Erol Bey böyle etkinlikleri seven, hiç geç kalmayan biridir. Haliyle merak ettim, çekmeyen telefonumu zorlayarak sonunda ulaştım. Meğer tarihi yanlış hatırlıyormuş. Taksiye binip hemen geleceğini söyledi. Ve gerçekten de, tam Gülce’nin ödülü verilecekken (Sevil Atasoy Hanım’ın Polisiye Edebiyat Emek Ödülü’nü bir başka üyemiz Metin Celal vermişti) kapıda göründü. Sol elimle ona, gelin diye işaret ederken, sağ elimle de Faruk’a “Dur, Erol bey burada!” işaretleri yaptım.

Gastronomi Kültür Kitabı Ödülü’nü İstanbul’un Rum kültürünün, yeme-içme sektöründe hafızalarda kalan lezzetlerinin sahiplerini bulup görüşen Meri Çevik Simyonidis aldı: İstos Yayınları’ndan çıkan İstanbulum, Tadım-Tuzum: Bir Varmış Bir Yokmuş. Ödülü, eski dostumuz Ahmet Örs verdi. Gastronomi Kültürü Emek Ödülü ise, “ağabeyi Stefanos Yerasimos’un başlattığı tarihsel araştırmaları yemek kültürü alanında devam ettiren” Marianna Yerasimos’un oldu. Yüz yüze gelmemiştik hiç, onun için de törenden önce nazik bir hanım “Sevin hanım, iyileştiniz mi?” diye sorunca kim olduğunu çıkaramamıştım. “Facebook arkadaşınızım,” dedi. Kim peki? Marianna imiş. “A, Stefanos’un kardeşisiniz,” dedim ve kendi kardeşimi bulmuş gibi sevindim.

Çok yazdık, başka ne var? Alakarga Sanat Yayınları’nın hakkıyla aldığı Yılın Yayınevi Ödülü, tabii. Ödülü de çok sevdiğim bir polisiye yazar, Suat Duman aldı. Hayret, kardeşi Faruk Duman’la ne kadar birbirlerine benziyorlar, ikiz gibi. Gene beğendiğim bir başka genç yayınevi, Jaguar da, Yılın Çeviri Kitabı seçilen, Aleksandros Papadiamantis’in Hadula: Bir Ada Öyküsü ile adını duyurdu. “Kadim ve komşu bir dilin unutulmuş bir lehçesinden” yapılmış, çok başarılı bir çeviriydi. Ne yazık ki, çevirmeni Yasemin Aydın rahatsızmış, tanışamadım.

Akşam da tadı-tuzu yerinde tamamlandı. Ben NTV arabasıyla ıslanıp üşümeden kapıda buluştum. Ahmet (Büke) uçağına yetişti. Rastladığım için mutlu olduğum insanlarla buluşma vaadinde bulunduk. Ödüller sahiplerine kavuşmanın sıcaklığıyla salonu terk etti. Güzel bir akşamdı.

 

, , , , ,
Share
Share