SAA-2 / 002  Yüz Yaşında Bir Fare İçin Çok Hızlısın!

Desen: Merve Atılgan

SAA-2 / 002 Yüz Yaşında Bir Fare İçin Çok Hızlısın!

AHMET BÜKE
Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi - 23 Kasım 2015

Gözlerimi açtım. Yine inanamadım olanlara.

Oysa çok güzel bir yerdeydim. Kızarmış ekmek kokuyordu. Çınarlı bir evdeydim. Tavan o kadar yüksekti ki, ağaçlar deli gibi serpilip büyümüştü. Yerde, halının boş bıraktığı köşeden bir göz kaynıyor ve dere olup koridora doğru akıyordu.

Ne güzeldi o koku!

Anne kokusu.

“Balkondayım ben,” diyordu.

Biliyor musunuz, balkon ülkedir. Tıpkı anne gibi. Çokdilli ve çok tarihlidir. Herkesin kendi balkonu olur, kendi hatıraları büyür. Tıpkı anne gibi. Herkesin annesi ayrı öper insanı şakağından.

“Oğlum, balkondayım ben, gelsene.”

Kalktım yatağımdan. Halıyı geçmek için atları çözdüm, en mavisini seçtim. Fırladım.

Muradım öğlene kadar balkona varmaktı.

“Oğlum, gelsene…”

Kızarmış ekmek kokusu yine doldu genzime.

“Oğlum, kalksana!”

Gözümü açtım: Ferdi Abi.

“Tatil diye öğlene kadar uyuyacak mısın? Hem sen burslu öğrencisin ve gerçekten fakirsin. Haram ezandan sonra uyumak sana. Büyük günah. Bütün zorlukları Allah size yazmış. Sonsuz imtihan.”

Gözlerimi kapadım: Sonsuz boşluk dolmayı bekliyor. Hiçbir sonsuz boşluk sonsuza kadar öyle kalamaz çünkü. Boşluk hali kararsız bir durumdur ve sürekli kendi içine doğru çökerek dolar. Mesele şudur ki, buna yetişecek kadar hayatta kalacak mısınız? Çünkü, bazen boşluğunuzu dolduracak kadar cesur ve kararlı olmazsınız. O zaman ölüm harekete geçer. Sizi silerek doldurur, tamamlar daireyi.

Ferdi Abi bu kez iki omuzumdan sarstı beni, üstümdeki nevresimi alıp yere attı.

“Sana kalk dedim! Uyan lan!”

Gözlerimi açtım. Yine inanamadım olanlara.

Ferdi Abi, kiremitli elektrik ocağını getirmiş, ekmek kızartıyordu. Hemen yanındaki ütünün tersinde de, nefis sarısıyla bir kızarmış yumurta yaklaşıyordu.

Çekti sandalyeyi, oturdum. Poşet çayı sürdü önüme.

“Ye! Adamı iyi doyuracaksın ki, iyi çalışacak,” dedi.

Sorgu sual etmeden, hızla gömüldüm kahvaltıya.

Ayva reçeli ve gülsuyu da vardı. Gülsuyunu bıraktım. Çok kötü kokuyordu.

“Onu neden bıraktın?” dedi. “Deli gibi uğraştım yapmak için. Yurt müdürünün bahçesinden gülleri arakladım. Büyük, camdan damacanada günlerce beklettim. Güneşte durulttum. Gölgede serinlettim. Destide demledim. Hayvan mısın sen ya!”

Bazen işler uzar ve iyice can sıkıcı hal alır. Bu da uzayacaktı ve Ferdi Abi, eğer sessiz kalırsam bir adım daha atacaktı. En azından iki tokat yiyecektim. Ses çıkartmazsam, bu yazın sonuna doğru boğazımı keser ve kulaklarımı Kirk Douglas’a yedirirdi.

Acil bir hamle yapmam gerekiyordu.

Eğildim, çorabımdan sustalımı çıkardım. Düğmesine bastım. Yağ gibi kaydı çelik. Tam ikimizin arasına, masanın eskimiş derisine hızla kaktım.

Ferdi Abi’nin rengi attı. Fakat eski asker, istihbaratçı ve muhtardı. Bakmayın şimdi bizim yurdun bekçisi olduğuna, feleğin ve devletin çemberiydi bir zamanlar. Hızla toparlanması gerektiğini iyi biliyordu. Geri adım atarsa ben ağır ağır azacaktım –ki kesin yapardım. Önce üzerimdeki tesirini, ardından mevzilerini birer birer yitirecekti. Okullar açılmadan onu birkaç parçaya ayırıp, bahçedeki hanımelinin dibine gömeceğimi düşünüyordu –ki öyle yapmazdım: Havuzu boşaltıp, betonu deler, oraya gömerdim. Bir güzel üstünü çimentoyla kapatır, yalıtım malzemesi döşer ve havuzu yeniden doldururdum.

Ellerini kavuşturdu.

“Affedilmez hatalar yapıyorsun ama bir yandan da hoşuma gidiyorsun. Çünkü anasız, babasızsın. Yetiştirme yurdundan düştün buralara. Öfkeli ve umutsuzsun. Bütün bunlar bizim işler için biçilmiş kaftandır. Senden bir makine yaratacağım Kadir. Tıkır tıkır işleyecek. Kusursuz!”

Gözüm bıçaktaydı hâlâ.

“Şu hareketin seni kurtardı, biliyor musun?”

Şimdi pat durumundaydık, ama bir hamle yapması gerekiyordu. “Patron benim,” diyecekti. Düşündüm. Öyle olsun, dedim. Adam öldürmek istemiyordum bu yaz.

“Fakat cezasız da kalamaz yaptığın.”

Döndü ve sert bir ıslık çaldı.

Kirk Douglas anında bitti aramızda. Yüz yaşında bir fare için çok hızlıydı.

“Gel evlat, yumurta senin hakkın. İsyan edenlerin rızkı yoktur. Onların oyunlarından daha büyük oyunu biz oynarız.”

Douglas tabağıma yumuldu. Arada bana bakıp tıslıyordu. Hafif geri çekildim ama çayımı ve içine peynir tıktığım ekmeğimi kurtarmıştım. Bu iyiydi. Karnım doyuyordu. Kaslarım çelik gibiydi ve sustalım sağlamdı.

Bu iyi Kadir, dedim içimden.

Ferdi Abi, “Yarım saat sonra çatıda ol,” dedi ve gitti.

Douglas’a biraz peynir verdim. O bir muktedir bıçağıydı. Ruhunu bile satardı.

“Ne oluyor?” dedim.

“Abi, şu yurdun karşısındaki Tütüncüler Bankası’nı soyacaksınız ya, onun hareket planını anlatacak sana. Tünele nereden başlayacaksınız, nereden gideceksiniz, nelere dikkat edeceksiniz falan filan işte,” dedi.

“Ha, yani çatıdan falan atmayacak beni.”

“Yok yahu. Sen işine yarıyorsun adamın, neden öldürsün.”

“Ya ben atarsam onu, ya sonra senin derini yüzersem.”

“Bence olmaz o işler öyle. Bir kere, çok gürültü çıkarır. Sonra birileri görür mutlaka. Sen daha teknik çalışacak bir adama benziyorsun. Ağır ağır öldürürsün mesela.”

“E, illa ki sıra sana da gelir o zaman.”

Douglas tabağı iyice sıyırdı. Defalarca diliyle yokladı kalanları. Doğruldu. Ağzını sildi.

“Bak hocam,” dedi, “bana sıra gelmez çünkü bana hep ihtiyaç duyarlar. Burada adam öldürürsen illaki yolun düşecek. Öldürmekle kalmıyor çünkü iş. Bedeni yok etmek, sırrı saklamak ve yenilerine hazır olmak gerekiyor. Ben hep olacağım yani.”

Atladı gitti. Hızla kayboldu.

O gün Ferdi Abi uzun uzun anlattı planlarını çatıda. Eliyle işaretledi noktaları, sonra kâğıda çizdi her şeyi.

Tütüncüler Bankası ve Çekmece Üniversite Erkek Yurdu, göz göze gelmiş iki sevgili gibiydi. Sevişecekler miydi acaba?

 

, , , ,
Share
Share