Rock ağlatır!

Rock ağlatır!

SEVİN OKYAY
Zamanlı Zamansız - 25 Şubat 2017

Pazar akşamı kalktım, !f İstanbul programındaki Rolling Stones filmine gittim: Paul Dugdale’in yönettiği The Rolling Stones Olé Olé Olé!: A Trip Across Latin / The Rolling Stones: Latin Amerika’da Bir Yolculuk Hikâyesi. !f‘ten bula bula bir müzik filmi mi buldun diyecekseniz eğer, cevabım evet. Hem !f müziğe çok yakın bir festival olduğu için, hem de Rolling Stones’u sevdiğimiz için…

Bir önceki Stones filmiyle, Martin Scorsese’nin yönettiği 2008 yapımı konser filmi Shine a Light ile mukayese etmek de aklımdan geçmedi desem yalan olur. Çünkü Stones ile Scorsese arasındaki aşka rağmen, film çekilirken bir iktidar savaşçığı söz konusu olmuş, sonunda ekonomist (eğitim olarak) Jagger, üstada üstün çıkmıştı. Belli ki bu sefer Jagger, grup arkadaşlarından baskın çıkmaya çalışmış. Doğrusu iyi de bir film, ancak bu filmin merkezinde grup değil, seyirciler var: Rolling Stones hayranları.

Stones ekibi turneye Santiago ile başlamış ve sırasıyla La Plata, Montevideo, Rio de Janeiro, São Paulo, Porto Alegre, Lima, Bogotá, Mexico City ile devam ederek, turneyi Havana’da verilen ve girişin ücretsiz olduğu 25 Mart 2016 konseriyle noktalamıştı. Bazı şehirlere ilk kez gidiyorlardı. Konser çekimlerinin yıldızı, Mick Jagger’dı. Onun hızlı hızlı yürüyerek sahneyi dolaşırken (hatta bazen koşarken) şarkı söylemesini ne kadar hayranlık ve kıskançlıkla karşıladığımı gizlemeye gerek yok. Benden sadece bir yaş küçük olan birinin (üstelik hayli hırpalayıcı bir hayat geçirdiği de düşünülürse) o kuvvet ve enerjiyi nereden bulduğu meçhul. Kimilerine göre, sefahat dolu bir hayatta belli bir noktayı sağ salim aşarsan, kolay kolay ölmüyormuşsun.

Hepsi bir yana, hayranlar bir yana. Müzik patikalarını yıllar boyu Rolling Stones ile birlikte aşmış, onların yaşıtı olan hayranlarını Latin Amerika’da Bir Yolculuk Hikâyesi’ni izlerken zaman zaman ağlatan unsur, onlar; yani diğer hayranlar. Grup kimi ülkeye daha önce gitmiş, kimine gitmemiş. Arjantin kalplerine çok yakın, Arjantinli hayranları da Stones’a karşı aynı yakınlığı hissediyor. Tanıdıkları kişiler var, onlarla buluşuyorlar. Kendilerine Rollingas adını veren gruplar ile de araları iyi. Diğer ülkelerin bazıları gibi, belli bir dönemde Arjantin’de de konser verememişler. Konseri ayakta izlerken hüngür hüngür ağlayan hayranların coşkusunun, mutluluğunun hakikiliği bizi de ağlattı. Daha önce hiç gitmedikleri yerlerde de, halkın onları bağrına bastığı Arjantin’de de…

Ama en güzeli hiç gitmedikleri, gidemedikleri Küba’ydı. Havana halkı bu sefer de Stones’un geleceğine öylesine inanamamıştı ki, onları sahnede görünce sevinçleri katlanmıştı sanki. Mick Jagger, Keith Richards, Ronnie Wood ve Charlie Watts 25 Mart’taki konserlerine “I Can’t Get No Satisfaction” ile başlayarak her kuşaktan hayranlarını çıldırttılar. Yaşlı hayranlar (derken benden genç olanları kastediyorum) ağlamaklı olmuştu. Bu şarkıyı Küba’da, örneğin radyoda değil de, Stones’un kendisinden dinliyor olduklarına inanamıyorlardı. Onlarca yıldır Küba’da sahneye çıkmış ilk rock’n’roll grubuydular. Bu sayede, bir konserin gerçekleşmesinde ne gibi aksiliklerle karşılaşacağımıza da tanık olduk. Konser tarihinizin Başkan Obama’nın ziyaretiyle (ki bu da efsanevi bir ziyaret) çakışması, Papa’nın sizi azarlaması da bunlar arasında yer alıyor.

Bence bu turneyi özetleyen olay, Arjantin’deydi. Hayranların andığı eski günlerde, en önlerde çığlık atan yeniyetme kızlar olurdu. Şimdi onların yerini yaşlı adamlar almıştı. Gençliklerinin rüyası sokaklarından akıp giden adamlar. Stones’un limuzini önlerinden geçtikten sonra sokağın kıyısında ağlayan kırklı yaşlarında bir adam gözümüze çarptı. Karısı, “Mick’i gördük de,” diye tatlı tatlı açıkladı. Adam, elleriyle yüzünü örttü. Belki de Papa bu tapınma derecesindeki hayranlığı kıskanmıştır.

Laneth Partisi ise, müziği müzisyenler kadar hayranların da yarattığını gösteren bir başka olay. Bir konserden hiç çıkmadım, desem abartmış olmam. Ama, üstelik de gelişine çok sevinip yazılar döşendiğim halde, Enrico Rava konserinin sonuna doğru çıktım. Çünkü “Laneth”in yaratıcısı Çağlan Tekil’e, o akşam en geç saat 10.30’da Salon’a mutlaka gideceğim diye söz vermiştim. Laneth okuruydum, zaten hard rock’ı da, metal’i de hep sevmişimdir. Derginin bazı yazarları da iyi arkadaşımdı. Dolayısıyla, sevgili Rava’mı konserin sonlarına doğru (Salon’da olmam gereken saatte) CRR’de bırakıp “Laneth Bir Gece”nin yolunu tuttum.

Ön kapı kapalıydı, arka kapıya yönlendirildik. İçerisi acayip kalabalıktı. Deniz tarafından, altıncı kattaki, kocaman ekranlı basın bölümüne davet edildim. İkram da varmış. Ama yılların hasretiyle buluşmuş metalcilerin capcanlısı varken (hem de çok beğendiğim Radical Noise eşliğinde stage dive yapmacasına) niye ekrandan izleyeyim ki? Kapıdan girer girmez Murat Beşer’i gördüm. Headbang yaptık diyor, böyle pis bir şöhretim var. Hem the Radical Noise söylerken ki, mutlaka doğrudur. Bak Murat, inkâr etmedim işte. Hemen arkasında Tolga Akyıldız, oradaki sütunun önünde de, aman Allahım! Çağlan Tekil’in kendisi! Murat, Cumhuriyet’teki yazısında bu “esas ama utangaç” adamın son sözü sorulduğunda, Laneth’in ilk sayısındaki yazısının başlığıyla cevap verdiğini söylüyor: “Laneth olsun!” Ben henüz yoktum, duyamadım. Kanat’ı da görmedim.

Sonra Laneth tişörtlerinin satıldığı yerde (siyah beyaz olanı aldım tabii) kırmızı tişörtlü, güler yüzlü bir adam beni gördüğüne çok sevindiğini söyledi. Sunucumuz Apdülika! Ne kadar severim, yıllaaar önce Nokta binasında birlikte çalıştık sayılır. Onu tekrar, sevenlerinin arasında görmek başlı başına bir mutluluk! Murat ve Apaçi Ayhan’la birlikte oldukları bir imza gününü kaçırıp ne kadar üzülmüştüm. Ama sonra hem Ayhan’ı gördüm (aramızdan ayrılmadan), hem de Abdülika aramıza döndü. Onun gözlerini ışıl ışıl görmek gecenin hediyesiydi. Murat “Yoldan Çıkmış Simalar” ile bize “Sisli bir geçmişin, müphem bir zamanın içinden gelen insanlar”ı (alıntı, Halil Turhanlı’dan) tanıtmıştı. Popülerlikte işi olmayan müzik insanlarını…

Laneth gecesine dönecek olursak, kırmızı tişörtlü, yüzü de kızarmış, gülücükler içinde bir adam bana sarıldı, “Hadi, Rava’ya geldin tamam, burda ne işin var?” dedi kahkaha atarak. Pardon ama Rava’yı getiren koskoca Kod Müzik Necati oradaysa ben niye olmuyormuşum bakalım! Çok yaşa, Necati! Sana da müzik konusunda ödenmez borçlarımız vardır. İnsanlarla kucaklaştık, el sıkıştık. Bir kısmını tanıyordum, bir kısmının adlarını unutmuştum. Manga’nın beni arka kapıdan çıkarıp taaa NTV arabasına kadar eşlik eden davulcusu Özgür’e de çok teşekkür ederim. Ankaralı çocuk, artık seni de tanıyorum.

, , , , , , ,
Share
Share