Paris’te “aşk” başkadır

Paris’te “aşk” başkadır

Olcay Mağden
12 Ekim 2011

Tek bir andır hayatları değiştiren. Bir salisenin binde biri, bir lahza, zaman evreninde küçücük bir nokta. O tek anda bırakırsınız boşluğa kendinizi, dünyanın en nahif, en seksi, en varoş, en lüks manzarasına karşı, altın bir boynuz uğurlar sizi ahirete doğru; ve o anda bir ok gibi girer, arabanızın sağ arka kapısından, henüz kulağına ismini yeni fısıldadığınız oğlunuzun kalbine, sarhoş bir yeniyetmenin lacileri çekmiş otomobili.

Yine o anda karşı karşıya kalırsınız kar gibi beyazlatıp, jilet gibi serdiğiniz çarşafı boyalarıyla kirleten, oynaşmalarıyla dağıtan aşüftenin gözleriyle. O an size doldurtur, üzerinize zimmetli bir Sig Sauer’in nikelajlı şarjörünü, ifadesiz sıkarsınız kurşunları, kanından kan aldığınız ailenizin üstüne. Kim sorumludur ki o andan? Devlet mi? Toplum mu? Aileniz mi? Yoksa bizzat aklınız, kalbiniz mi? Âşık olduğunuz kadının gözlerinin içinde kalbinizin durduğu, birlikte bir bütün olduğunuzu düşündüğünüz, tamamlandığınızı, ruhunuzun tüm kirinden arındığını, iliklerinizin tamamen boşaldığını hissettiğiniz o ânın, aslında hiç de sandığınız gibi olmamasının sorumlusu kim?

Paris’te müzik festivali vaktidir. Yirmi bir haziran, tüm ihtişamıyla Paris’in ritim dolu sokaklarına yayılmıştır. İsmini Hint Okyanusu’ndaki Rodrigues adasından almış, adının hakkını verecek kadar denize, suya, yüzmeye bağlı bir erkek; sahnede şarkı söyleyen, söyledikçe ışıltısıyla büyüleyen, erkeğin içine işleyen bir kız, Aurélie. Erkek, kıza yeryüzündeki herhangi bir dilin herhangi bir kelimesiyle betimlenemeyecek şekilde âşıktır. Kızın üstü sahne tozuyla kaplı, gözleri Paris’in buğulu perdesiyle örtülüdür.

Konser biter, kız üzerindeki iç gıcıklayan mini eteği, insanın burnundan girip aklının odacıklarını tek tek kapatan parfümüyle erkeğe şöyle der: “Kriska ister misin? Şişe açacağı bile getirdim…” Erkek, tüm mesajları beyninin en derinine kodlar, kazır, zerk eder, hiç unutmamak üzere damgalar. İçki kızın damarlarında konser ânının hazzıyla buluşur, birkaç damla bile onun narin hücrelerini yumuşatmaya yeter. Çakırkeyif aklı, yorgun bedenine karşı koyamaz, parktaki çimlere uzanır. Erkek giderek kıza daha fazla yaklaşır.

Kodlar işlemeye başlar. Kan, nöronları aydınlatma görevini bırakır, dürtüler harekete geçer. Her şey o anda olur; erkek, kızın üstüne çıkar, onunla sevişir ve aklından şu sözler dökülür: “Mükemmel uyum. Her şey yolundaydı. Son derece yolunda. Tam istediğim gibi. Kenara, ağacın gövdesine doğru bıraktım kendimi. Kandan, nefesten, terden boşanmışçasına. Kendimden boşanmışçasına. Küçük, tatlı bir ölüm. Kalbinin kısacık durduğu, sana kendini canlı hissettiren o an. Bana hayat veren rüzgârda titreyerek, uykuya daldım. Gülümsüyordum. Tamamlanmıştım. Erkektim.”

Tek bir andır hayatları değiştiren. Bir salisenin binde biri, bir lahza, zaman evreninde küçücük bir nokta. O tek anda paramparça olur iki insanın hayatı. Ertesi gün Rodrigues, tecavüz suçuyla suçlanan; Aurélie ise tecavüze uğramış taraf olarak çıkarlar okurlarının karşısına. Paris, bayram havasını yitirmiş, metro istasyonları sidik kokan sıradan bir şehir maskesini geri takmıştır.

Bu hikâyenin suçlusu kimdir? Bu ânın sorumlusu? Bir kadının tavırlarını anlamakta güçlük çeken Rodrigues mi; mini eteği, süzdüğü gözleriyle Aurélie mi; aileleri mi; tüm bunları önleyemeyen eğitim sistemi mi; eğitim sistemini kendi güdüleri doğrultusunda hamur gibi yoğurmaktan hiç bıkmayan hükümetler mi; hükümetlerin gölgesindeki devletler mi yoksa devleti oluşturan toplum mu? Magali Wiéner’in kaleminden okurlarını yalnız bırakan, her bir okurun kafasında ayrı bir senaryo oluşturan bir roman Suçlu. Bu hikâyenin yargıcı, savcısı, polisi, mağduru, mağlubu, “suçlu”su sizsiniz.

Suçlu, Magali Wiéner, Çev. Mehmet Erkurt

, , , , , , ,
Share
Share