Kitabı seçerken

Kitabı seçerken

Mehmet Erkurt
10 Aralık 2014

Yayınevi, farklı zevk ve seçimleri, kaygı ve öncelikleri taşıyan, ama bunları tutarlı bir kurgu içinde ifade edebilen kişileri bünyesinde toplamış, yekpare bir okur gibidir. Kendi kimliğiyle çıkar ön plana. Başlı başına bir “okur”a dönüşür. Kültür üretimini gerçekleştiriş şekliyle “profesyonel” bir okura benzer.

(Desen: Richard Rudnick, Aralık 1998)

Okumak için kitap seçmekten zevklisi var mı. Ve kolayı! Uzun sürer bazen, belki –evindeki ya da dijital– bir raf karşısında seçeneklerini değerlendiren okura kararsızlık yaşatır, ama bu, zevke hiçbir şekilde engel değildir. Sürecin kendisi bile keyiflidir. Çünkü ucunda, tamamen bireysel tercihlerin başlatacağı bir macera bekler okuru. Ama konu yayımlayacağın kitabı seçmeye geldiğinde… zurna, kısık sesle de olsa zırt der. O da çok zevkli bir iştir, kuşkusuz, ama ilki kadar kolay değildir. Bazen kitap sizi seçse, “Hey, buradayım, baksana be!” diye bas bas bağırsa, kolunuzu çimdikleyip çayınızı devirse de, onu hemen binlerce okurla buluşturacak o “kolay görünen” kararı veremeyebilir ya da verilmediğini görebilirsiniz. Çünkü bu işte yalnız değilsinizdir ve o karar, tek bir kişiden çık(a)maz. Eh, yayınevindesinizdir artık.

Yayınevi, kaba hatlarıyla, edebiyat seven bir grup delinin bir “ev”e –ofis denir genelde– toplanıp kitaplar seçtiği, yayın takvimleri çıkardığı ve bu kitapların duyurulup okura ulaştırılması için türlü kurgular planladığı bir alan olarak tahayyül edilir. Büyük ölçüde öyledir de. Deliliğin dozu evin sakinlerine göre değişmekle birlikte, değişmez gerçek, yayıncılığın bir ekip işi olduğudur. Kitaplar, yine dış dünyada olduğu gibi, bu “ev”lerde de herkese ayrı konuşur. Bazen tüm sakinleri aynı noktada buluşturur, bazen de iyice delirtip birbirine düşürür. Eh, çünkü okurluğun, özgürlüğünü yalnızlığından alan o esintili topraklarında artık başkaları da vardır. Rüzgârın yönü ise sürekli değişmektedir.

Okur olmak yetmez, yetmiyor zaten…

Demiştik ya geçen yazıda, “yayıncı olmadan önce, hepimiz birer okuruz” diye. Yayınevleri için de durum farklı değil aslında. Bir yayınevinin editoryal kadrosuna, yayın kuruluna ya da kitapların seçiminde mutlaka söz söyleyen diğer departman ve bileşenlerine baktığımızda, “yayınevi” dediğimiz şeyin, özünde, bir okurlar topluluğu olmaktan yola çıktığını görürüz. Yayınevi, farklı zevk ve seçimleri, kaygı ve öncelikleri barındıran, ama bunları tutarlı bir kurgu içinde ifade edebilen kişileri bünyesinde toplamış, yekpare bir okur gibidir. Kendi kimliğiyle çıkar ön plana. Başlı başına bir “okur”a dönüşür. Kültür üretimini gerçekleştiriş şekliyle “profesyonel” bir okura benzer. Çalışanlarının bireysel okumalarını ve deneyimlerini küçümsemeden, onları kendi ruhuna ve yönelimlerine kanalize eden bir belirleyici sese dönüşür. Dolayısıyla, “Bir yayınevi kitabını neye göre seçer?”in ilk –ama tek olmayan– yanıtı, kendiliğinden çıkıverir ortaya: Yayınevi, her şeyden önce sevdiği, beğendiği, en azından “içine sinen” kitapları yayımlar. Elbette, kendini var etme amacına uygun bir kurgu ve tutarlılık dahilinde yapar bunu. Metronom da burada teklemeye başlar zaten.

Edebiyat yayıncılığı ve benzeri kültür üretimlerinden söz ettiğimiz anda, bir kurum olarak yayınevinin bir amaç, bir idea, bir eğilim, bir söylem dahilinde kurulduğunu, yani bir var oluş amacı olduğunu ve bu çerçevede faaliyet gösterdiğini biliriz. Okurluğun yanında yönelinen bu amaç, iş ve eşikler, muhakkak politik tercihler temeline dayanır. Yayınevlerini, “yayın programı” dediğimiz ve tutarlı olmasını beklediğimiz bir kurgu içinde çalışmaya iten şey de budur. Peki, neye göre dolar, tutarlılık arz etmesi beklenen bu yayın programları? Biz bu yazıda yine bildiğimiz yerden konuşup kendi okurluğumuza, “Bir okur olarak ON8, gençlik edebiyatından hangi kitapları, neye göre seçer?”e odaklanalım.

Bir eseri sevmemiz için, kuşkusuz edebi değerine ve sanatsallığına ikna olmamız gerekiyor. “Tek doğru”ya hapsolmamış, insanı ve gerçekliğini önce görüp, sonra ifade edebilen eserler olmalı. Gençleri, yetişkin emeller ve iktidar projeleri ışığında zorlama tanımlara sokmayan; ahlaki, metazorik kalıp ve normlara hapsetmeyen; bir gençlik hayaliyle yola çıkıp da mühendisliğe soyunmayan; temas etmediği gençlik meseleleri üzerine ahkâm kesmeyen ve elbette –yıl 2015 olmuş, hâlâ bunu söylüyoruz ama– gençliği küçümsemeyen ya da ondan ürkmeyen zekâların ve yüreklerin yarattığı kurgulardan söz ediyoruz. Konu gençlik oldu mu, ülke sathında hâlâ çok bilinmeyenli bir denkleme bakan, elinde tebeşirle ne yapacağını bilmeyen yetişkinlere benzediğimiz söylenebilir. Denklemin bize göstereceklerini sabırla beklemektense tahtayı silip, montumuzu aldığımız gibi sınıfı terk etmeyi tercih eden hocalar gibi davrandığımız durumlar da azımsanamayacak kadar fazla. Hâlâ.

Çeşitlilik, özgünlük

Aradığımız şey, edebi anlamda kolaya kaçmaya meyilli bir alanda, hiçbir anlamda kolaya kaçmamış eserler aslında. Sözgelimi, gençliğin meselelerine eğilmeyi önemsiyoruz, evet. Ama bir sorun ya da sorunlar söylemine saplanıp kalmış, o sorunları da şablon süreç ve çözümlerle ele alan metinlerle değil işimiz. Gençlik edebiyatının bugünkü noktaya gelebilmesinde azımsanmayacak bir rol oynayan, ama kurgudan çok çözüm önermeye eğilimli “sorun edebiyatı”nın, artık miyadını doldurduğunu ve tipik haliyle edebiyat dışı kaldığını düşünüyoruz.

Evrensel konulara ve meselelere öncelik verirken, bir evrensellik fetişizmine kapılıp da yereli, yerel gerçekliği, coğrafyaların doğallıkla taşıdığı öyküleri, insani zenginliği gösteren kültürel farklılıkları göz ardı etmemeyi önemsiyoruz. Konu çeşitliliği, durum çeşitliliği, karakter ve bağlam çeşitliliği, evrensel değerlerin farklı bölge ve tarihlerde ifade buluşu gibi zenginlikleri yansıtmaksızın, edebiyatın potansiyeline ihanet edeceğimizi biliyoruz. Farklı insan öyküleri sayesinde, yanıbaşımızda yaşanan iletişimsizliğe, barışamama hallerimize, bir araya gelemeyişlerimize de dolaylı bir noktadan dokunabilmeyi amaçlıyoruz. Farklı yerelliklerden ve yerel gerçeklerden yola çıksak da, nihayetinde bizi buluşturan evrensellikleri arıyoruz. Çünkü buluşmaya ihtiyacımız var.

Konu ve bağlam çeşitliliğini önemsiyoruz. Yalnızca metropol gençliğinin gerçekliğine odaklanan, hali vakti yerinde ailelerin dar ölçekli meselelerini, sırla kaplı sırlarını değil, farklı yaşam biçimleri içinde, güç koşullarla mücadele eden gençlerin, göçmenlerin, dışlanmışların, marjinal görülenlerin, kanunlar ve siyasi erklerce göz ardı edilen insanların öykülerini de bulmak, olmazsa olmazlarımızdan biri. Çünkü bu, kendimizi bulmak, bir anlamda.

Piyasanın sürekli kendini tekrarlayan best seller eserlerine karşı konulamaz bir kuşkuyla bakar ve farklı tatların izini sürerken, türlere ve konulara haksızlık etmemeyi, pazar kirlenmesi içinde heba olmuş belli başlı türlerle ilişkiyi de hiçbir zaman kesmemeyi, yenilikleri sürekli izlemeyi önemsiyoruz. Özellikle yanlış anlamalara ya da peşin hükümlü redlere kurban gitmiş, sıklıkla hor görülen bilimkurgu ve fantastik türler, abartı yok, canımız ciğerimizdir –ama küçük bir şikâyet notu: Özgün bir şeyler yakalamak gittikçe zorlaşıyor!

Ben, toplum ve diğerleri

Ioanna Kuçuradi’nin de dediği gibi, “fikirlere ya da görüşlere değil, insanlara saygı”yı esas alan anlatımlar ilgilendiriyor bizi. Fikirleri, inanışları, davranışları ve tercihleri ele alır ve eleştirirken insanları ve insan olmaktan kaynaklı haklarını yok sayan, cinsiyet ve etnisite üzerinden ayrımcı ifade ve tavırlar sergileyen, cinsel yönelimler ve farklı yaşam biçimleri üzerinden “sapkınlık” söylemi geliştiren, her türlü farklılık bağlamında ötekileştirici ya da aşağılayıcı anlatımlara –danışıklı, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde– teşne kalemlerden uzak duruyoruz.

Gençlik edebiyatı türünün Türkiye’de, Türkiye gerçekliğinde kaleme alınmasını; gençliğin milli bir proje ya da zapturapt altında tutulacak bir kuvvet olarak değil, sadece asfalt dökülmüş ve sınırlarla çizilmiş alanlarda konuşması beklenen uyuşturulmuş bireyler değil, kendi gerçekliği içinde, kişiselliği ve toplum içindeki yeriyle anlatılara konu olabilmesini, bunu yansıtabilen eserlerin sayısının da günden güne artmasını istiyoruz.

Sistemi, yönetimleri, yapı ve kurumları asla oldukları gibi kabul etmemeyi, her zaman eleştirmeyi kurgu ve duygusuna yedirmiş cesur eserleri ararken, bireyi tutamaçsız bir boşluğa, çözümleri imkânsız kılan bir iletişimsizliğe, iki adım sonrasını bile hesaplamaktan aciz bir anarşiye iten ya da sorumsuzluğu, umursamazlığı, ataleti öven –sözde– nihilist anlatımlardan uzak duruyoruz. Okur olarak buna ihtiyaç duymadığımızdan, herhalde.

Ve ödüller, jüriler… Şu çok tartışılan –iyi ki de tartışılan– konu. Edebiyat ödüllerinin, onur listelerinin, adaylıkların ya da mansiyonların varlığı, onları sürekli izlememizi, arkasındaki çabayı görmemizi ve gözden kaçırmamamızı gerektirse de, herhangi bir eseri seçerken gösterdiğimiz hassasiyetleri hiçbir zaman arka plana atmamıza neden olmamalı. Bir kitap, ne kadar prestij sahibi olursa olsun, yayınevinin politikasıyla tutarlılık göstermiyorsa, yayın programına dahil edilmemeli. Ödül, başarı, alkış her zaman yerinde, bağlamında güzel.

Peki kolay mı bunu yapmak? Hepsini tek seferde başarmak? Konu gelip de “pazar”a ve ticari geçime dokunduğunda, tüm bu idealist adımları aynı anda atmak mümkün mü?

Mümkün olsun ya da olmasın, yayınevi hepsini başarmayı en azından kafasına koymalı. Böylece bilincini hiçbir zaman yitirmez, sistemindeki en küçük su kaçağını bile görür hale gelir. Tutarlılığına halel getirecek bir adımı atmışsa dar zamanlarda, sürekli bir özeleştiri ve güncellenmeyle devam edebilir yoluna. Kitabı seçerken kendisiyle, edebiyatla ve okurlarıyla ilişkisini sağlıklı ve istikrarlı biçimde götürmesinin başka da bir yolu yok.

*

Önümüzdeki perşembe, ON8 Blog’da yeni bir yazar, yeni yazılarıyla bizlerle: Fülfül Büyüsü‘nün genç kalemi Ece İrem Dinç, “Düş Kazanı” başlığı altında topladığı yazılarında, insanın kökenindeki ilk öykülere, o öykülerin bugüne üflediği duygulara ve canlandırdığı rüyalara bakarken, mitosların kesişen koridorlarına dalıyor.

Bilindik ama unutulmaya teşne bu koridorlarda buluşmak ve her gün biraz daha barışmak dileğiyle.

 

 

, , , , , , , , , , , , , , , , ,
Share
Share