İyi İnsanlar Ülkesi’nde Bir Bahar Vakti

Fotoğraf: Çingeneler Zamanı, 1990

İyi İnsanlar Ülkesi’nde Bir Bahar Vakti

ECE İREM DİNÇ
Düş Kazanı - 07 Mayıs 2015

Efsane olur ki, bir vakitler, Boşnaklar da tıpkı dünyanın pek çok ülkesindeki insanlar gibi büyük bir sevinçle kutsarlarmış hıdrellezi. 

Haykırın şimdi Bosna Dağları’na!
Ederlezi kızlarım… Ederlezi…

Sevince kıyısı yoktur bu toprakların. Nehrin gölgesinde dinlenen süsengilleri vardır yalnız, bir de süzgün bakışlı orkideleri… Hüzün, bu toprakların bir türlü sırtından çıkarıp da atamadığı bir fistan gibidir adeta… Avrupa’nın güneydoğusunda, sarp dağların çevrelediği dümdüz bir ovadır burası. Biraz Balkan, biraz Slav, biraz Osmanlı, biraz Avrupalı belki… Ama kesinlikle İyi İnsanlar Ülkesi’dir o, sevdalinkaların ve tutkulu sevdaların yurdu.

Hemen herkes bilir, az çok mırıldanır Ederlezi türküsünü. Goran’ın Boşnak kızları sarıdır hep; mavidir, yetimdir. Her yıl hıdrellez vakti geldiğinde hüzünle haykırırlar Bosna Dağları’na; “Ey Ederlezi, Canım Ederlezi… Bizden aldıklarını geri ver, hiç olmazsa bu bahar bari…”

Hıdrellez kelimesinin Hızır ile İlyas isimlerinden mürekkep olduğunu söylerler. Hızır, karadaki biçarelerin imdadına yetişir, İlyas ise denizdekilerin halâsına sebep olur. Biz buna, “Kul bunalmayınca, Hızır yetişmezmiş,” deriz. Hızır ki bir yürüyüş yürüdü mü, peşi sıra yemyeşil otlar biter. Bizzat görmedim, bilemiyorum. Derler ki, yeri yurdu yokmuş onun. Ab-ı Hayat iksirini içti içeli bu âlem ile öbürü arasındaki berzahta gezinir dururmuş. Hem zahir, hem bâtın imiş. Mübarek nefesiyle dilediği kulun ömrüne amberler bahşeder, kudretiyle yıldızları vazifelendirir, hilkatleri yüreğindeki iyilikle süslermiş. Ne ki, kör tesadüflerin kurbanı olan ademoğlu onun suretini görse dahi tanımaz, sunduğu nimetlerin farkına bile varmazmış. Kelimenin tam manasıyla bir Ederlezi kızı olan, yüz bir yaşındaki Boşnak Zambilla nine bir defasına şöyle demişti; “Ah kızım; şu arzın sathında ne, verenin ne için verdiğinden haberi vardır, ne de alanın, ne için aldığından… Ne ateş, kendisinin yakıcı olduğundan haberdardır; ne de su, kendisinin hayatbahş bulunduğundan… Eğer kâinatın sırrını okumaksa dileğin hepsi sendedir ve sen, onun levhasındasındır. İşte, her şey bu kadar basit aslında…”

Yıllar, yıllar önce; Bosna’nın yemyeşil ovalarında düzenlenen bir bahar ayinine rast gelmiştim. Biz Türkler’in aksine orada, baharın gelişi pek de sevinçli türkülerle kutlanmıyordu. Dört bir köşede yankılanan Ederlezi’lerin içinden hayli buruk ve özlem dolu sözcükler yükseliyor, dinleyenlerin boğazında çözümü güç, müşkül düğümler vuku buluyordu. Bir an, baharın tomurcuklandırdığı bütün çiçek dallarını unutup, burada, tam da bu topraklar üzerinde baharın siyah, geceden bir şemsiye gibi açıldığı hissine kapıldım. Öyle ki, etrafta ne o şakrak sesli kuşlar vardı, ne de neşeyle dansa tutuşan insanlar. Fakat gece usul usul güne doğru devrilirken, bahçe duvarlarının kıyısında biten gül ağaçlarının dalları arasında bir yığın dilek mektubu gördüm. Yüreklere çöreklenen o bitimsiz hüzün, gene de ama gene de umuda devşiriyordu kendini; bu iyiye işaret olmalı, diye geçirdim içimden. Gülümsedim.

Efsane olur ki, bir vakitler, Boşnaklar da tıpkı dünyanın pek çok ülkesindeki insanlar gibi büyük bir sevinçle kutsarlarmış hıdrellezi. Hızır’ın kendilerine şans ve sevinç getirdiğine inanır, özellikle de beş mayıs gecesi rüyalarına süzülüversin diye yastıklarının altına karanfil otları ile tarçın çubukları bırakırlarmış. Ateşlenen fırınlarda bol mayalı ekmekler pişirilir, evlerin kapı eşiklerine dualar eşliğinde kırk bir kere üflenirmiş. Ateşler yakılır, danslar edilir, sevinçli şarkılar söylenirmiş. Bahar hep güzelmiş o zamanlar, umutluymuş ve ki var olan tüm kötülüklere karşı da dirençliymiş. Sonra bir gün, adına “savaş” denilen o vahşet, kan ve acı çemberleri içinde kıskıvrak sarıvermiş Boşnakları. Bir hıdrellez vaktiymiş geldiğinde. Baharın cevherini kırıp, çiçeklerin boynuna sımsıkı bir hüzün kementi dolayıvermiş. Ederlezi, hüzün ve hasret olup öylece kalakalmış yüreklerde. Gözlerde yaş, kalplerde yara… Geride bir tek Hızır’dan umulan medet varmış artık.

Tuhaftır ki, efsanelerde adı geçen Hızır, kendisine bahşedilen nitelikleriyle mitolojik tanrıları andırır bir parça. İlahi boyutta bir elçidir o. Baharın, baharla birlikte vücut bulan taze hayatın ve yeni başlangıçların sembolüdür. Yersiz, yurtsuz bir gök seyyahıdır kimi zaman. Lamekân bir yolcu… Uğur ve kısmet, mucize ve keramettir Hızır.

Şimdi bu bahar yine, Hızır’ın ruhuna dokunsun diye dileklerimiz, nice gül ağacını baştan ayağa süsledik kim bilir. Ne mektuplar yazdık ona, ne resimler çizdik ki, onun lahuti gözlerine görünsün diye. Bilirim ki, hepsi özünde insan evladının içindeki iyilikten. Ne geçerse geçsin başımızdan, biz yine de tebessümle çaputlar bağlamaya devam edeceğiz bahar dallarının hatırına, ömrümüzün karanlık yollarına bir tutam nazar olması umuduyla.

Ey insanoğlu! Nasıl da anlaşılmaz bir tılsımsın, onlarca kere düşüp kırılsa da umudun, sen her bahar yine, yeniden canlanırsın.

Madem öyle;

Ey Ederlezi, Canımız, cancağızımız Ederlezi…

Bizden aldıklarını geri ver, hiç olmazsa bu bahar bari…

 

Share
Share