İTEF sonrası derin dalışlar

İTEF sonrası derin dalışlar

Mehmet Erkurt
08 Mayıs 2015

İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali (İTEF) bu yıl yedinci kez düzenlendi. Kalem Kültür’ün her yıl, farklı ülkelerden, belirlenen bir tema dahilinde yazar, çevirmen, yayıncı ve eleştirmenleri –en önemlisi de, okurları– buluşturmak üzere düzenlediği İTEF’in bu yılki teması “Şehir ve Sınırlar”dı. İBB Atatürk Kitaplığı, Goethe Institut, kargArt, Sismanoglio Megaro gibi mekânların farklı sohbetlere ev sahipliği yaptığı yedi günlük festivalin son günü ise bugün.

Bu yıl da, İstanbul dahilinde gerçekleşen etkinliklerin bazılarına, elimizden geldiğince dinleyici olarak katıldık. Tabii ki, zihnimizde dönenip derinleşen pek çok konuyla da ayrıldık buluşmalardan. Sevengül Sönmez, Renata Salecl, Sema Kaygusuz, Mine Söğüt, Hakan Bıçakcı, Hovhannes Tekgyozyan, Yankı Enki, Laura Restrepo ve Goce Smilevski, bu yıl dinleme şansı bulduğumuz yazarlardan. İstesek de, gerek kentin gerekse işlerin bizi buluşturmadığı yazarlara, özür ve anlayışla selam olsun. Konu şehir olunca, “sınırlar” kadar kısıtlar da malum.

Web sitesinde tüm detaylarını görebileceğiniz festival programında, katılabildiğimiz dört etkinlikten aklımızda kalanlara bakalım:

Zihnin Sınırları: Delilik Üzerine’de, öykü ve romanlarıyla tanıdığımız Mine Söğüt’ü, Kolombiyalı yazar ve gazeteci Laura Restrepo’yu ve Makedonyalı yazar Goce Smilevksi’yi dinledik. Panelin moderatörü, editör Başak Güntekin’di. Edebiyatın, deliliği iki farklı ele alış biçimi üzerine konuştuk: Biri, “deli” kahramanı kurgunun merkezine oturtup, onun zihinsel performansı ve bireyselliğinin izleğinde okuru maceraya sürükleyen metinler, diğeri de “delilik” kavramı üzerine düşünen, kavrama farklı açı ve nedensellikler üzerinden bakan, belki bu anlamda biraz daha toplum/sistem eleştirisi yapan kurgular. Panelde, bir ruhsal durum olarak deliliğin genel, tıbbi çerçeveden ele alınışının yanında, bedenin kapatılması, toplumdan tecrit, sistemin (devlet ve ailenin) “norm” dışı bireyleri “deli” olarak adlandırışındaki nedensellik üzerinde de duruldu. Mine Söğüt, özellikle “kadınları delirten sistem” bağlamında, ne yazık ki aşina olmaktan utandığımız durumları hatırlattı.

“Konuşulamayan”ın Sınırındaki Edebiyat, özgün bir anlatı dilini öyküyle buluşturan Sema Kaygusuz, kaygı ve tercih üzerine çalışmalarıyla tanınan Slovenyalı filozof ve sosyolog Renata Salecl ve Ermenistanlı yazar Hovhannes Tekgyozyan’ı bir araya getirdi. Gazeteci Murat Şevki Çoban’ın moderatörlüğünde geçmişin travmaları, toplumsal bellek ve susturulmuşluk, unutuş ve dilsizleştirilme, sosyal deneyimler ve kaygı, kendini gizleme ve insanlığın vahşet hallerine duyulan büyük utanç üzerine konuşuldu. Kaygusuz, özellikle susmuşluk ve sessizliğin başlı başına bir öykü olması, bu sessizliğin söyledikleri üzerine düşünürken, Tekgyozyan, ortak bir travmayı paylaşmak ile öteki olmak, cinsel yönelimler ve kimlikler açısından dışarıda olmak arasındaki çetrefil ilişkiye dikkat çekti. Renata Salecl, özellikle “kaygı” üzerinde dururken, geçmişin acı öyküleriyle dolan yeni neslin “kavramsallaştırma” eksikliğinden kaynaklı yaşadığı kaygı ve agresyona değindi. Varılan ortak nokta, belki de susmuşlukların bitmesi ve ifadenin, konuşmanın, boşlukları dolduran samimi öykülerin öne çıkmasıyla, yaşanılan bu kaygı ve agresyonları görece dindirebileceğimizdi.

Fantazi ve Bilimkurgu Sanatları Derneği FABİSAD’ın düzenlediği Gotik Edebiyat-Bir Sınır Harbi’nde, Fatma Cihan Akkartal’ın moderatörlüğünde gotik kavramının Türk edebiyatında bulabildiği karşılık, diğer türlerle olan yakınlığı ele alındı. Konuşmacılar, günümüz bireyinin yalnızlık halini, zihnin oyunları ve yanılsamalarla öyküleştiren Hakan Bıçakcı ile, özellikle bilimkurgu, fantazya, distopya ve türler üzerine yazılarıyla tanıdığımız editör Yankı Enki’ydi. Panelde, Türk edebiyatında gotik türün niçin yerleşmediği, yerleşmese bile hangi yazar ve eserlerde bu türün tezahürlerini görebileceğimiz, Cumhuriyet geleneğinden gelen “kurucu” edebiyat bağlamında henüz distopik ve gotik eğilimlerin nasıl yer bulamadığı üzerine konuşuldu.

Festivalde izlediğimiz son etkinlik, belki de en yürek yakan konulardan biri üzerineydi. Tarihimizin en karanlık failimeçhul cinayetlerinden biriyle hayatı çok erken yaşta son bulan Sabahattin Ali, editör Sevengül Sönmez’in sunduğu Sınırda Öl(dürül)mek: Sabahattin Ali başlıklı söyleşinin konusuydu. Sönmez’in Sabahattin Ali üzerine yaptığı biyografik çalışmaların bilinirliği, bugün Türkiye’nin sınırlarını da aşmış durumda. Elyazmaları, mektuplar, hukuki belgeler, anılar… Editoryal saiklerle, edebiyat temelli başlamış ve, bugün benzerlerini gördüğümüz failimeçhul –“faili göstermelik” de denebilir– cinayetlerin ortasında, neredeyse bir “adalet arayışı”na ve çağrısına dönüşmüş bir araştırma ve yayın süreci.

Dinlediklerimiz, etkilendiklerimiz, düşünmek ve üretmek istediklerimiz üzerine İTEF’in bize yaptığı katkıdan kısa özetlerdi bunlar. İlerleyen haftalarda, bazılarında derinleşmek kaçınılmaz olacak gibi.

Hoş, Türkiye’de derinleşmek çetrefil bir konu. Bir kaygı denizinde boğulduğunu sanabilir insan. Belki de “kaygı” demişken, Renata Salecl’le mi başlamalı? Düşünmeye devam.

Yağmurun ferahlık getirmesi dileğiyle.

 

 

, , , , , , ,
Share
Share