Hangi ben daha ben?

Hangi ben daha ben?

Mehmet Erkurt
13 Aralık 2013

Amma yazılıyor-çiziliyor şu içinde yüzdüğümüz  dijital ve sosyal medyatik yeni dünya hakkında. Çoğunlukla birbirini tekrarlayan çıkarsamalar ya da birbirine yakın saptamalar, nadiren de olsa öne çıkan, görece özgün yorumlar çok sayıda yayını kaplamış durumda.

Eh, anormal değil. Zira hayatımızdaki sosyal medya olgusu, ille de kükrer kılıklı bir erkek otoritenin üzerini çizip kaçtığı anlamda “bela” olmasa da, hemen hepimiz için ciddi bir mesele. Kullanalım ya da kullanmayalım, dijitalleşen dünyada bu konu, kullanmayanı da kapsar hale geldi. En azından bir “kullanmayan” sıfatının yüklemesi bile bunun göstergesi.

Bundan üç hafta kadar önce, Soysal’ın düzenlediği Perakende Günleri’nin on üçüncüsünde, birkaç ON8’lik olarak gittik ve Leonard Brody’yi dinledik. Genç bir girişimci Brody, aynı zamanda dijital dünya düzeni üzerine yazan ve düşünen, bu alandaki insan davranışlarını değerlendiren en sağlam isimlerden. Brody, dijital düzeni “ciddi kitlesel davranış değişikliği” olarak tanımlıyor ve diyor ki, “Artık insan ilişkilerinin kodunu da sanal anlamda baştan yazdık.” Öngörülere göre, Kuzey Amerika’da 2014’de gerçekleşmesi beklenen evliliklerin %50’si online bir tanışmayla başlayacakmış. Neden mi? Çünkü, artık şöyle bir soru mantıklı tınlıyor: Nasıl tanıştınız? Siz kim tanıştırdı? Apple mı? Dell mi?

Brody’nin söyledikleri arasında belki de en vurucusu, iki benlik geliştirmeye başlamamız: Biri fiziksel benliğimiz, yürüyen, gülümseyen, eğilen, kaçan… Diğeri de sanal benliğimiz, yani e-mail gönderimlerinden tutun da tüm sosyal medya hareketine kadar sanal ortamda davranış gösteren benliğimiz. Bu iki benlik, Brody’ye göre tümüyle farklı birbirinden. Örneğin ABD ve Avrupa’daki çalışanların çoğu, günlerinin üçte ikisinde bu sanal benlikleri üzerinden dünyayla etkileşim kuruyor, fiziksel benlikleri üzerinden değil. Tuhaf denemez, çünkü bu benlik sanıldığı kadar “sanal” değil. O da arıyor, buluyor, çalışıyor, bir amacı yerine getiriyor.

Asıl garip olan, güven duygusunun yer değiştirmesi. Tahminen çoğumuz, esas güven uyandıran öznenin bedensel varlığımız olduğunu düşünüyoruzdur. Oysa, bu tamamen değişmiş durumda: Ortalama bir internet kullanıcısı için, sanal varlığınız daha çok güven uyandırıyor. Çelişki yok mu hiç? Olmaz olur mu. Brody bir gün babasına sormuş; “Baba,” demiş, “ben küçükken, fotoğraflarımı sokak lambalarına yapıştırmış mıydın?” Babası da şaşkınlıkla, “Tabii ki hayır! Deli misin oğlum, niye böyle bir şey yapayım! Mahallemiz kaçık dolu, yapılır mı bu hiç!..” diye yanıtlamış. Brody de can alıcı ikinci soruyu sormuş: “Peki baba. O zaman şunu söyle: Neden torununun yüzlerce fotoğrafını Facebook ve Flicker hesaplarında paylaştın? Hani bu iki mecra, tüm dünyanın görebileceği bir sokak lambası gibi ve herkesin kullanımına açık ya, o bakımdan.” Babası buna bir yanıt verememiş. Tahminen, bu çelişki karşısında biz de bir cevap üretemeyiz. Yoksa üretebilir miyiz? Yoksa biz de, aslında sanal kimliklerimiz üzerinden karşımızdaki “bilinmeyen kimselere” çok daha kolay güvenir mi olduk? Çünkü rakamlar gösteriyor ki, fiziksel ortama kıyasla, sanal ortamda kendimiz hakkında 6-7 kat daha fazla bilgi paylaşıyoruz.

Kendimize ve karşımızdakine bakışımızdaki, ve bu bakışa bağlı güven duygusundaki bu köklü, bilinçli ya da bilinçsiz değişimler, kuşkusuz, insan ilişkilerinin tanımında bazı güncellemeler gerektirecek. Zira daha zayıf ama sayıca daha fazla ilişki kurarak, sanal benlikler üzerinden dev sosyal çemberler örüyoruz kendimize. Bu yeni ve “ikincil” çemberler üzerinden haber alıyor, güncelliğimizi koruyor, kendimize fırsatlar yaratıyoruz. Hatta bu çemberin büyüklüğü ya da küçüklüğüne göre hem şahsımıza hem karşımızdakine başarı, mutluluk, bilgi düzeyi gibi başlıklar altında notlar veriyoruz. Sanal varlık, tartışmasız bir öneme sahip; kişiler kadar kurumlar için de.

Artık kuşku yok ki, sosyolojiyi ve sosyal psikolojiyi yeni yeni konu başlıkları bekliyor!

 

 

, , , , ,
Share
Share