Fuarda kendini kaybetmek

Fuarda kendini kaybetmek

SEVİN OKYAY
Zamanlı Zamansız - 01 Kasım 2014

Gene Kitap Fuarı geliyor: 33. İstanbul Kitap Fuarı. Şikâyetçi miyiz? Asla! Ama her şeyin de bir haddi var, daha doğrusu olmalı. İnsan bir fuardan ne kadar kitap alır? Taşıyabileceği kadar, ille de ödeyebileceği kadar, değil mi? Oysa biz ne yapıyoruz? Ödemeyi iyi ihtimalle bir yıl içinde bitirebileceğimiz, okumayı kesinlikle bir yılda bitiremeyeceğimiz miktarda kitap alıyoruz.

Peki, pişman mıyız? Yooo!

Giderken o niyetle gitmiyoruz elbette. Mesela almayı düşündüğüm kitaplar oluyor, yeni çıkanlar… “Cinayet Masası” programı için bende olmayan polisiyeler (ki her zaman bir eksik vardır)… Sevdiğim yazarların yeni kitapları… Tanımadığım, ama fuarda yolumu kesmeye (sembolik olarak) hazırlanan yazarların kitapları… Bana nispeten yabancı yayınevlerinden çıkmış hesapta olmayan kitaplar, derken… “Acaba bu evin neresine bir kitaplık daha sığdırırım?” diye düşünmeye başlıyorsun. Ev küçükse eğer, ve bir odası da caz CD’leri ile film DVD’lerine ayrılmışsa, zor…

İstanbul Kitap Fuarı konusundaki tek itirazım, taa Beylikdüzü’nde olması. Tepebaşı’ndaki fuarın son yılında, başımıza gelecekleri tahmin etmişim herhalde ki, çok acıklı bir yazı yazmışım. Seneye Beylikdüzü’ne gidiliyormuş, demişim. Size uğurlar olsun, benim öyle bir niyetim yok, diye de eklemişim. Böyle, ne dediğini bilmeden büyük büyük laflar edince, melek taifesinin hoşgörüyle gülümseyerek başlarını salladığını görür gibi oluyorum. Sonunda biz de Beylikdüzü yolunu tuttuk tabii.

Gerçi pek çok konu hakkında yazı yazıyorum: Sinema, caz, sair müzik, hatta spor. Halbuki müzisyen de değilim, sinemacı da. Hatta artık sporcu bile değilim. Sadece hepsi hakkında yazan bir insanım. Demek ki edebiyatçıyım. İşte bu yüzden kendimi kitap fuarında yerli yerinde ve mutlu hissederim hep. Bir sürü arkadaşım, tanıdığım, meslektaşım vardır. Standları geçici süreyle mesken edinmiş yayınevlerinin çoğunu bilirim. Bir de, çok kitap vardır, çok, çok kitap… İnsan daha ne ister?

Tabii, fuar keşke Beylikdüzü’nde olmasa da daha yakın bir yerde olsaydı diye dua eder. Bu yüzden ilk yıllarda, sandığımızdan da büyük sorunlar ortaya çıkmıştı. Otobüsler, kuyruklar, elde torba dolusu kitapla ayakta eve dönmeler… Bir imza günün, panelin ya da söyleşin yoksa, tabii. O zaman, bu etkinliği düzenleyen yayınevi seni getirip götürmeyi vadediyor. Ama iş olup bittikten sonra zavallı yazarın/çevirmenin orada unutulduğunu da defalarca görmüşüzdür. Nankörlük etmeyeyim, bazen de biz geri dönülmesi gereken saat gelince mızıkçılık ediyoruz. Biraz daha kalayım, biraz daha!

Sonra şirketin arabalarıyla gidip gelmeye başladım, taşıma kaygısından kurtuldum. Hal böyle olunca da iyice zıvanadan çıktım. Ne lüksmüş, yarabbi! Bazen elimde iki-üç torbayla umutsuzluğa kapılıp olduğum yerde duruyorum, nasıl eve gideceğim diye. Sonra hatırlıyorum, ferahlıyorum ve gidip bir torba daha kitap alıyorum. İnceldiği yerden kopsun!

Oysa fuar yaklaştıkça, resim, mimari, şehir, sinema ve sair konulardaki kalın ciltli kitaplardan uzak durma yeminleri ederim. Bazen büyük ölçüde beceriyor insan, ama tamamen kaçınmak imkânsız. Çünkü kitap fuarı demek, insanın içinin kıpır kıpır olması demek. Bildiğin şenlik… İçinden geçmekte zorluk çektiğin o kalabalık, deli gibi sağa-sola koşturan çocuklar, o müthiş uğultu vız gelir insana.

Önceki yıldı galiba, hafta sonu fuarının hayhuyu içinde, standlar arasında şöyle bir durmuşum. Yüzüme bir tebessüm yayılırken, kafamı kaldırıp tavana baktım. Bana, sanki kubbeymiş de ilahi bir ses veriyormuş gibi geldi. Kendimi öyle mutlu, öyle huzurlu hissettim ki, anlatamam. Esas mekânım buradaydı işte, iklimim buydu.

İnsan kendini nasıl mı böyle hisseder? Bilmem, bana herkes böyle hissedermiş gibi geliyor. Yoksa niye her yıl kitap fuarı yapılsın, niye özellikle hafta sonlarında hınca hınç dolsun? Öğretmenler niye otobüs dolusu çocuğu fuara getirsinler? Çocuklar (her yaşta çocuk) çok hoşuma giden bir değişim içinde. Eskiden anneleri ya ellerinden tutardı, ya da onlar annelerinin yanına sokulur, birlikte gelirlerdi. Artık çocuklar istedikleri kitapları bulmak için annelerinin önünden koşarak geliyor. Acele etsin diye de ısrar ediyorlar. Kendi kitaplarını kendileri seçiyor, yazarı varsa imzalatıyorlar. Çok farklı bir çocukluk yaşamış bizler için bunun ne kadar heyecan verici olduğunu anlatamam. Benim şansım, o dönemde bile, çok okuyan ve bana çok kitap alan bir ailem olmasıydı. Zaten biliyorsunuz, o zamanlar kitap fuarı yoktu. Ama kimse okumak isteyen bir çocuğun önüne geçemez.

İçeri giriyorum, ağzım resmen kulaklarımda sağa-sola bakınıp yayınevleri bir yıl önceki yerlerindeler mi diye kontrol ediyorum. Temkinli bir şekilde yaklaşıyor, kitaplara onları hiç almayacakmışım gibi bakıyorum. Sonra bir anda ip kopuyor, oradan oraya gidip kitap seçmeye başlıyorum. Hatta boş bulunup daha önce aldıklarımı bile aldığım olmuştur.

Eh, ne yapalım? Hiç değilse bu sayede sahaflara destek oluyoruz.

 

, , , , ,
Share
Share