Kabil ile Habil

Resim: Jacopo Palma, 1590

Kabil ile Habil

ECE İREM DİNÇ
Düş Kazanı - 19 Mart 2015

İnsanları düşün anne;
düşün ki yüreğin sallansın, düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan mutlu bir yusufçuk havalansın…

Nevzat Çelik, Şafak Türküsü

İnsan türü, evrendeki yerini ve varlığını hak etmiş midir?

Nobel’li yazar José Saramago, Kabil ismini verdiği kitabında tam anlamıyla bu sorunun yanıtını arar. Bunu yaparken de suç, ceza, nefret, ihtiras, cinayet, boyun eğme, isyan, ölüm, yas, kutsal ve lanet gibi daha pek çok kavramın içini deşer, kurcalar, kanatır. İnsan duyarsızlığı ile işkenceci vicdan arasında gidip gelir. Göz yummacılığın loş ve tekinsiz dehlizlerinde dolaşır durur. Bir insan aynı anda hem iyi hem de kötü olabilir mi, diye sorar. Hem katil hem kurban; hem kutsal hem lanetli… Olabilir mi? Mümkün mü bu? Öyleymiş, mümkünmüş yani. Çünkü José’nin deyişiyle, şu dünyadaki hiç kimse tek bir kişi değilmiş özünde. Herkes, her an, her türlü insana dönüşmeye hazırmış meğer. İnsan olmak böyle bir şeymiş.

Kabil ile Habil…

José Saramago’nun başkarakterleriydi onlar. Antik edebiyatta ve mitoslarda da sayısız örneği bulunan bu kardeş hikâyesi, insanoğlunun yeryüzündeki varoluş sürecinde yer alan ilk cinayet kurgusunu içeriyor aslında. Bir nevi, insanın dünya üzerindeki varoluşunun mitolojik boyuttaki ilk cinayetidir onlarınki. İlk olmalarının sebebi ise tüm kozmogoni mitleri gibi kendilerinden önce yaşanmış olan iyi ya da kötü her şeyi bir kalemde silebilmeleri… Her şey bizle başlıyor, diye böbürlenmeleri…

Kabil ile Habil…

Birer kız kardeşle bir karında dünyaya gelen ikiz kardeşlerdir onlar. İş bu ya; Kabil’in ikizi olan Akmila; Habil’in ikizinden daha güzeldir ve Kabil, büyüdüğü zaman kendi ikiziyle evlenmek arzusuna düşer. Fakat ilk insan olan Âdem, bunu kabul etmez, gayrimeşru bulur ve çözüm olarak da Habil ile Kabil’in Tanrı’ya sunularda bulunmasını önerir. Tanrı hangisini kabul ederse, Akmila ile o evlenecektir. Habil, bir koyun ve Kabil ise bir buğday başağı sunar. Ne ki Tanrı, Habil’in sunusunu kabul eder ve bunun üzerine Kabil, Habil’in canını alır.

Tanrı, Habil’i sorar kardeşine. “Ey Kabil, söyle! Kardeşin nerede?”

“Ben kardeşimin bekçisi miyim?” der Kabil.

Sahi, Habil’in ölüsü nerededir?

Kabil, Habil’i öldürerek onu topraktan evvel kendi içine, vicdanına gömer. Öyle ki, Habil’in ölüsünü Tanrı bile bulamaz. İşin ilginç yanı, “bekçi” kelimesi, İngilizce’de keeper, Aramice orijinalinde ise shamar anlamına gelir. Yani, dikenli telle çekilen bir çit ya da bir duvar anlamını taşır. “Ben kardeşimin bekçisi miyim?” diye haykıran Kabil bilmez ki hakikaten de bir bekçisi vardır bu hikâyede. Değil mi ki vicdan; bekçiden de öte, acımasız bir gardiyandır insanın yüreğinde.

Oysa Kabil’e hiçbir ceza vermez Tanrı. Aksine onu koruyup kollar ve hatta alnının tam orta yerine kutsal bir nişan konduruverir. “Bu düzen neden böyle?” diye isyan edenlere inat, “Ölüm ancak bir kurtuluştur, halbuki Kabil yaşamalı, yaşamalı ve günbegün içinde büyüyen o vicdan yarasıyla yanıp tutuşmalı,” der. “Çünkü ölümden daha güç olanı, ölümün temelli elden kaçıp gitmesidir.”

Ben şahsen inanırım buna. Zira El-Mutenebbî’nin çok güzel bir sözü vardır; “Nice hayatlar vardır ki, ölüm bile ondan hafiftir…”

Vicdanın intikamı ise ölümle değil, ömürledir.

 

Bugün hâlâ her sabah; gelir geçer arzular, ihtiraslar, öfkeler ve daha nice yoktan sebepler uğruna birbirimizi acımasızca katlettiğimiz bir dünyaya uyanıyoruz. Her vicdan kendi hikâyesini yazıyor; kimisi ölümle, kimisi de ömürle. Her insan kendi hikâyesinde biraz Habil ise, biraz da Kabil… José Saramago’nun da dediği gibi, şu dünyada hiç kimse tek bir kişi değildir özünde. Fakat unutulmamalıdır ki, kim bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş olur ve ki her kim bir can kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur. (-5/Maide: 32)

Biliyorum ki, kalbinde edep gözü olan ve zihnindeyse vicdanın sesi çınlayan herkes bir araya geldiğinde; işte o gün, tek bir Kabil bile kalmayacak şu âlemde. Biz yeter ki insanları düşünelim, düşünelim ki yüreğimiz sallansın, düşünelim ki o an güneşli ve güzel günlere inanan mutlu bir yusufçuk havalansın.

Çünkü insanca ve insan tadında yaşamak varken, umutsuzluğun hiç lüzumu yok.

Gününüz güzel olsun.

Tıpkı ılık, masum bir bebek soluğu hafifliğinde…

 

, , , , , , , ,
Share
Share