Daima Red Snapper

Daima Red Snapper

SEVİN OKYAY
Zamanlı Zamansız - 25 Ekim 2014

Az sonra sevgili grubum sahneye çıktı: The Red Snapper! Aslında ben orada uslu uslu durup, sahnenin kenarına da çaktırmadan tutunmak niyetindeydim. Ne mümkün! Ali (Alistair) Friend bana niye hayretle bakıyor diyordum ki, meğer ‘head banging’ faslına geçmişim bile. İnsan kafasını hangi noktada ve hangi anda sallamaya başladığını anlamaz hiç.

İddialı başlığın nedeni, Red Snapper’ı hep bir arada görmek istememiz. Çünkü acılı bir ayrılık olayı yaşamıştık. Neyse ki sonra yeniden bir araya geldiler. O gün bu gün de birlikteler. Yeni bir albüm yapmaları da bizim için çift kaymaklı kadayıf durumu yarattı. Derken İKSV Salon’un sezon tanıtım toplantısına gittik. Bengü sahneye çıktı, güzel güzel hepsini anlatırken “The Red Snapper” lafı geçince yerimden fırlayıp “Da Red Snepp-ıııır!” diye bağırmışım deniyor, ben hatırlamıyorum.

Her zamanki gibi tarihleri birbirine karıştırıp da –bu tarih karışıklığı, oldum olası can sıkıcı bir meseledir zaten– konserin hemen geçen cuma olduğunu görünce ne yapacağımı şaşırdım. Yani, safrakesesi ameliyatı olacağım, sonra çarşamba günü de “-oskopi”li şeylerden en tatsızı beni bekliyor. Ama henüz ağrıları geçmeyen bu hastalık işi canımı sıktığı, kafamı da karıştırdığı için, cuma günü sırasıyla NTV’de randevu verdiğim genç arkadaşları, okulu, benden telefon bekleyen bir başka arkadaşı, sözde cuma günü buluşacağımız çok sevdiğim Mehmet Teoman’ı bir çırpıda unutmuşum. Sabah mecburen işe gittim (bir kayıt vardı), eve dönüp de yatarsam bir daha kalkıp konsere gidemem diye, önce Rumelihisarı’nda okul arkadaşlarımla buluştuk, oradan çıkınca Pera Müzesi’ndeki fagot konserine uğradım –fagot, klarnet, flüt, obua, çello. Çok keyif vericiydi. Sonra bir taksi şoförüne iki adım ötedeki yere niye yürüyerek gidemediğimi ağlamaklı halde anlattım. Beni İKSV Salon’a attı.

Konser programımı önceden yaparken, bana bir iskemle vermelerini rica etmiştim –ayakta bir konserdi çünkü– yorulurum, kramp girer diye. İskemlemi öne çektim durdum ama baktım ki, halk da önüme geçip duruyor, kalkıp sahnenin en sol önüne dikildim. Az sonra sevgili grubum sahneye çıktı: The Red Snapper! Aslında ben orada uslu uslu durup, sahnenin kenarına da çaktırmadan tutunmak niyetindeydim. Ne mümkün! Ali (Alistair) Friend bana niye hayretle bakıyor diyordum ki, meğer ‘head banging’ faslına geçmişim bile. İnsan kafasını hangi noktada ve hangi anda sallamaya başladığını anlamaz hiç. Bir yandan da mecburen zıplıyorum. Bir o ayağımın, bir ötekinin üstünde durup hafif krampları çıkarmaya çalışıyorum. Sonunda iki bacağıma birden kramp girdi. Kader arkadaşlığı yaptığımız Mete Çorumluoğlu’na “Ben dışarı çıkıyorum,” dedim. DJ Stylist diye de tanıyabileceğiniz Mete benim için, daha bir mekâna girerken çaldığını hemen anladığım yegâne DJ’dir.

Aklım da orada kaldı ama. Dışarı çıkıp albüm masasının başında beklemeye başlayınca, içeride Mete ile beni öldüren kontbas (Ali Friend) ve davul (Richard Thair) birlikteliği, baktım güm güm orayı da kontrolu altına almış. Gitarda David Ayers de var, tabii. Eh, bizim bildiğimiz üçlü budur. Roxy’nin ardından, Ghetto konserinde ilk kez dört kişi olduklarını görmüştük. İyiydi ama, bizim Snapper’ımız hep o üç kişi olacak, başlangıçtaki gibi.

Üçü 1993’te Red Snapper’ı kurdular. Üç EP yayımladıktan sonra, 1996’da ilk albümleri Prince Blimey’i çıkardılar. 1997’de Prodigy ile İngiltere’yi turladılar. 2002 yılında dağıldıklarını açıkladılar, karalar bağladık. Ne de olsa, Prince Blimey’nin, Reeled and Skinned’in, Making Bones ve Bogeyman’in, kısacası Red Snapper’ın müptelası olmuştuk. Şükür ki 2007’de tekrar bir araya geldiler. Bu sefer de A Pale Blue Dot’ı yaptılar.

Neyse, albümleri satan şahıs her kimse görünmedi, parasını bırakıp albümü aldım (Hyena). Gene içeri döndüm. Bu sefer kapının dibinde, sonra arkada merdivenin dibinde, bir süre basamaklara oturup dinlenmecesine dans hareketleri yaptım. Niyetim o olduğundan değil, müzik kazık gibi dinlemeyi engellediğinden. Bir yandan da sahneden uzak kaldım diye üzülüyordum. Derken Mete de geldi, biraz takıldı, sonra Babylon’a, Keziah Jones’a gitti. Ben o sıralarda havlu attı atacak durumdaydım. Sonunda attım da –yaştan demeyelim de, hastalıktan olsun. Sanıyorum, “Suckerpunch” ile “Wesley Don’t Surf”ü dinleyemedim.

Hani çok sevdiğiniz gruplar vardır, hayatınızın en azından bir dönemi onların dümen suyunda geçmiştir. Grup dağılırsa, arkadaşlarınızı kaybetmiş gibi olursunuz. Benim böyle çok sevdiğim birkaç grup olmuştur. Örneğin, The Lounge Lizards, sonra Yellowjackets. Tanıdığımdan bu yana çok şükür ayrılıp etmeden sürekli birlikte çalışan, ama İstanbul’a ne yazık ki seyrek gelen Medeski, Martin and Wood. Yıllar önce, sanırım İkinci Bilsak Caz Festivali’ydi, Eskişehir’e birlikte gittiğimiz İngiliz caz big band’i Loose Tubes. İşte dinlerken müziğine cepheden daldığım böyle bir grup da Red Snapper’dır. Diğer hayranları aynı dönemde, Portishead ve Massive Attack’ten de etkilendiklerini söylüyorlar ama, ikisini de sevsem bile, akustik enstrümanlarla elektronik müzik yapan Red Snapper’ı onlarla mukayese etmem. Kontrbasta Ali Friend, davulda Richard Thair ve gitarda David Ayers, şahsen beni içine alıp götüren, “daha daha” dedirten bir müzik yapıyorlardı. Gene yapıyorlar.

İşte böyle. Şirketin arabası geldi, eve yollandık. Ertesi gün yerimden kıpırdayamadım. Merak eden varsa, NTV Radyo Caz ve Ötesi’nde bu hafta Banu Tunçağ ile Akbank Caz Festivali, haftaya yeni albüm Hyena. “Card Trick”le başlayıp, “Ne Exit”le bitiyor. Haberiniz olsun!

 

, , , , , , , ,
Share
Share