Bir zarif gece

Bir zarif gece

AHMET BÜKE
01 Ekim 2013

Ense köküm nasıl ağrıyor bazen. Tam gece kendini sabaha bırakırken kıvranıyorum. Elimi atıyorum, sanki mavi bir sıvı akıyor ama göremiyorum. Göremediğim için de mavi olduğunu düşünüyorum. Can rengi, kan rengi değil.

Dedeme sordum kaç kez. Cevap vermedi. Bir defasında da, “Uyu sen, geçer o,” dedi.

Bir ağrı kesici olarak derin derin uyumak…

Dün geceden beri bunu düşünüyorum. Nasıl oluyor da uyku gelip buluyor şehri. Hangi dağı, hangi tepeyi aşıyor da bizi buluyor? Ve nasıl biliyor onu istediğimizi.

Gece, Kordon’a inmiştim.

Birileri, önlerindeki leblebileri avuçlayıp, ısınmış biralarını içiyorlardı. Onların ötesinde, üç kızın yanında çimenlere diz çökmüş, keman çalan bir amca vardı. O kadar kötüydü ki çıkardığı sesler, peçete içine börek koyup verdiler, üstüne de içlerinden bir tanesi para çıkardı. Amca sallana salana gitti.

Sırt çantamdan yağmurluğumu çıkarıp üzerine uzandım. Yağmurluğumu akşamları alıyorum çünkü belediye, gece insanlar toplanmasın diye deli gibi suluyor çimleri. Öbek öbek sulak alanlar bile oluşuyor. Kamu çok hassas sağlığımız için! Herkes kendi evinde otursun, çitlediği çiğdemini gazete kâğıdına sarıp kendi çöpüne atsın istiyor.

Yıldızları izledim. Çok uzaktılar. Herkesten ve hepimizden uzaktılar.

Yanımdan birisi geçti. Onun da üzerinde yağmurluk vardı. Siyah başlığını başına çekmişti. Bu kadarı da fazlaydı ama. Bulutsuz gecede sadece ben bunalmıyordum demek ki.

Yapmamam gereken şeyleri listelesem, buradan Urla’ya varır galiba.

Kalktım arkasından yürüdüm.

Geniş çimenliği geçti. Sabahçı kahvenin önünden İkinci Kordon’a yürüdü. Lambası yanmayan bir elektrik direğinin altında durdu. Hiç tereddüt etmeden, hatta sağa sola bile bakmadan, yağmurluğunun cebinden çıkardığı spreyle eski evin duvarına yazmaya başladı.

Taşın içindeki böcek
Ki inanır
Ve çatlar taş

C.Z

Hayat inanılmaz geliyor bana. Yarı karanlıkta, insana gökten inmiş gibi dizeler getiriyor.

Sonra, yine son derece rahat, elini kolunu sallayarak sokağın karanlığına daldı, kayboldu.

Yazının önüne geldim.

Şakaklarım atıyordu.

O ağrı yine saplandı enseme. Elimi attım. Bu defa ıslaklık gelmedi. Ama virajın başında bir ekip arabası beliriverdi. Beni görür görmez hızlandı, sireni kısa kısa öttürdü. Kendimi karanlık sokağın içine attım. Koştum. Bir ilk okulun duvarından atladım. Bahçedeki büyük çöp bidonunun arkasına uzandım.

Nefesim içimde patlayıp dururken sesleri dinledim. Sakindi ortalık. Önümde bir sarman kedi durdu. “Sen ne ayaksın,” der gibi baktı yüzüme. Sonra sıkılıp yoluna devam etti.

Saklandığım yerden doğrulunca okulun bahçe duvarında başka bir yazı gördüm.

omzunu önden aşar saçları
ve kendine yeten telaşsız saçlarının
dirsekleri yanında yere değen uçları

C.Z

Elimi uzatıp dokundum. Parmaklarıma kırmızı boya bulaştı. Bu da az önce yazılmıştı.

Sonra karşı evi duvarını gördüm. Aklım çıktı! Bir tane daha vardı.

Karmakarışık belirsiz uzun
Geçti ve geçti gölgesi
Zerdüştün ayaklarından bir kartalın

C.Z

Galiba büyülenmiştim. Sokak boyunca deli gibi koşmaya başladım. Bir sonraki dizeyi ararken, okuduklarımı bağırarak söylüyordum. Yukarılardan bir pencere açıldı. Kafalar çıktı.

“Özür dilerim, özür dilerim,” dedim.

“İyice sıyırdı millet,” diye söylendi bir kadın.

Koşmayı sürdürdüm.

Tam karşıma, apartmanlar arasında sıkışmış tek katlı bir ev çıktı. Hah, bu duvara da yazmış…

Beni değil, şairi takip etsene lan!

O zaman durdum işte. Nefes nefese kalmıştım. Biraz sakinleyince Barbo’yu aradım.

“Mobilete atla gel. Kitapçı İsmet Amca’ya gitmemiz gerek.”

“Oğlum saate baktın mı, bir çeyrek sonra sabah ezanı okunur!”

“Tamam işte, İsmet Amca namaza kalkmıştır.”

Şu dünyada yoksul olmak çok muhtemel, ama iyi arkadaşlarınız varsa bu bile koymuyor insana.

Barbo mobiletini çalıştıramayınca –benzini yok, her zamanki gibi– Pişici Halil Amca’nın üç tekerli kaptı kaçtısını “ödünç” almış. Dediğim yere on dakika sonra geldi, aldı beni.

İsmet Amca, uzun paçalı İngiliz donuyla karşıladı bizi.

“Çay demleniyor, bekler misiniz?” dedi.

“Yok, bekleyemeyiz. Kim bu dizlerin şairi,” dedim.

Gitti içeriden esmek bakışlı bir adamın kitabını getirdi.

“Büyük bir şair keşfetmişsin Bedo. Bu yaşta hayatını değiştirebilir. Ya da gecelerce uykusuz koyabilir seni. Herhalde iyi olmuş,” dedi.

Dönüş yolu boyunca şiir okudum Barbo’ya.

bağıran balık
suyu zorlayan midye
üzerimizden akan gemi karınları
-Çocuk kanlarla sarsıldı
öğrenciliğim korkunç öğretmenlerim

Sessizce girdim eve. Güneşin ucu terasa düşmüştü bile. Dedem uykusunda mırıldanıyordu. Salondaki kütüphanenin çekmecesinden keçeli bir kalem buldum.

Annemin kapısına yazdım.

Esmeri
Karayı
Kızıl ve sarıyı bir tutanı
Benden aldın

Cahit Zarifoğlu

 

23.09.2013

,
Share
Share