Bir zamanlar, Babıali’de…

Bir zamanlar, Babıali’de…

Mehmet Erkurt
25 Haziran 2015

Türkiye Yayıncılar Birliği (TYB), 30. Yıl Etkinlikleri kapsamında düzenlediği “İz Bırakan Yayıncılar” buluşmalarının ikincisini 19 Haziran Cuma günü, SALT Galata’da gerçekleştirdi. Müthiş bir Karaköy manzarasını sağımıza alıp, düne doğru kısa ama derinlemesine bir yolculuk yaptık.

TYB, mayıs ayındaki ilk buluşmasını Altın Kitaplar ve “Babıali’nin Doktoru” ya da “Yayıncılığın Doktoru” diye bilinen Dr. Turhan Bozkurt anısına düzenlemişti.

İkinci etkinlikte, Türkiye’de sol yayıncılığın başlıca kurumlarından MAY Yayınları ve kurucusu Mehmet Ali Yalçın anıldı.

Yalçın’ın yaşamı üzerine hazırlanmış bir slayt gösteriminin ardından sözü, etkinliğin moderatörlüğünü üstlenen, TYB 2. Başkanı Fahri Aral aldı. Aral’ın sadece moderatörlük değil, kendi MAY Yayınları deneyimini de anlattığı etkinlikte, “Babıali günleri” elbette söyleşinin en keyifli, en canlı anılarıydı. Usta çırak ilişkisinin yer yer büyük bir insanlıkla yoğrulduğu diyaloglar, ciddi ve hummalı bir çalışmanın sonrasında basılı malzemeyi görünce duyulan mutluluk, sansür baskısı altında yapılan yayıncılığın o bitmez zorlukları, korkusunu bastırsan da kaygısından kurtulamayacağın devletin yakıcı nefesi, dönemin lakaplarıyla anılan meyhanelerde sabahı etmeler, kahkahalara hüznün eşlik ettiği anekdotlar, kâğıdın ve mürekkebin pahalılığından (hatta bulunmazlığından) ötürü üretimini sürekli bıçak sırtında yürüten yayıncılık dünyası, yıpransa da heyecanını sağlam tutmak için çabalayan insanlar…

Konuşmacılar arasında Gözlem Yayınları’nın sahibi Abdullah Özkan’ın; May Dergisi’nin yayın yönetmenliğini yapmış şair, çevirmen, yazar Eray Canberk’in; Mehmet Ali Yalçın’ın kızı, Yalçın Yayınları’nın sahibi Zeynep Tomurcuk Yalçın Erzik’in de bulunduğu etkinlikte tekrar anladık ki, yayıncılık tarihimizi çıkarmak için şimdiden arşivimizi ve kayıtlarımızı sağlam tutmamız şart.

Türkiye’de yayıncılık tarihinin yazılabilmesi, sistemli ve kapsamlı bir şekilde anlatılabilmesi için, öncelikle birinci kaynakların, yani doğrudan tanıklıkların, anıların, anekdotların, yazışmaların mümkün olduğunca tamamlanması, toparlanması ve arşivlenmesi gerekiyor. Bunu elbette tek bir kuruma, kişiye ya da bağlama yüklemek yanlış olur. Bu, alanla ilgilenen herkesin, katıldığı etkinliklerde tutacağı kayıtlarla, alacağı notlarla, çekeceği videolarla, yapacağı söyleşilerle katkıda bulunacağı bir havuz gibi düşünülmeli. Bu havuz neresi mi olacak? Sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerden güzeli var mı… Yaşamalarına izin verildikçe, elbette.

Buluşmalarda dile gelen anıların ve doğrudan tanıklıkların, başta ham halleriyle de olsa, kaydedilmeleri tartışılmaz öneme sahip. Bir gün gördüğümüz bir insanı bir daha ne zaman göreceğimiz, seslerini daha ne kadar duyacağımız meçhul. Hazır sevilen, ilgi duyulan bir konuya rastlamışsak ve ona adanmış birkaç saate denk gelmişsek, onu kalıcı kılmak için iyi bir fırsat var demektir elimizde.

Hele de kayıt ve arşiv artık milimetreküplük hacimlerle mümkünken.

 

, , , , , , , , , ,
Share
Share