Bir tarz-ı siyaset olarak ‘trol’

Bir tarz-ı siyaset olarak ‘trol’

Çağlayan Çevik
02 Mayıs 2013

Troller, belli bir çevrede yaratabilecekleri kadar çok sorun yaratmanın peşindeler. Karşılarındaki insanda öfke, tiksinti vb. hisler yaratmak onlara tuhaf bir zevk veriyor. Ve sosyal medya, büyük ‘trol’ figürlerini siyasete veya başka medya mecralarına kaydırmış durumda.

Artık kafam iyice karıştı… Çünkü siyaset bilimi açısından hiçbir şekilde açıklanamayacak şeylere tanık oluyoruz. Boşa koysam dolmuyor doluya koysam almıyor. Öyle politik cümleler kuran gazeteciler gibi ‘çok değişik bir dönemden geçiyoruz’ minvalinde cümleler kurulacak gibi değil artık. Tehlikenin farkında mısınız, gibi korkunç cümleler de kurmayacağım. Ama, ‘benim memurum işini bilir’, ‘gaz yağı vardı da biz mi içtik’ veya ‘kadayıfın altı/üstü’ minvalinde cümleleri mumla arayacağımız aklıma gelmezdi…

Öyle üniversitelerde kürsü sahibi isimler gibi ahkâm kesecek ne bilgim var ne tecrübem. Ama şu bir gerçek ki, yeni bir tarz-ı siyasetle karşı karşıyayız ve bu artık güldürmüyor bile. Sürekli ‘trolleniyoruz’. Hani internet forumları, sosyal paylaşım siteleri ya da sosyal medya mecralarında, tam da bir konudan tüm hararetiyle söz ederken birileri araya girip bir cümle kurar ve ortalık karışır ya, işte sürekli onu yaşıyoruz. Ya da isterseniz baştan alayım ve hepimizin bildiği tanımı tekrar yapalım: İnternet argosunda, sanal bir ortamda (forum/chat/blog), öncelikli amacı okuyucu/kullanıcıları tahrik etmek ya da en azından süregiden tartışmayı seyrinden saptırmak olan kişiye ‘trol’ deniyor. Eylem haliyle ‘trollemek’ şeklinde de kullanılmakta.

İzaha bakıp, bir sosyal medya eleştirisi yapacağımı düşünebilirsiniz. Öncelikle bu bir eleştiri yazısı değil; hele ki sosyal medya eleştirisi hiç değil. Çünkü sosyal medya, büyük ‘trol’ figürlerini siyasete veya başka medya mecralarına kaydırmış durumda. Yoksa ‘millî içkimiz ayrandır’ sözünü, yukarıda yaptığım tanımdan başka nasıl açıklayabiliriz ki? Alenen, tarz-ı siyaset olarak ‘trol’le idare ediliyoruz.

Aslında daha başında, ‘makyaj yapan kadın ile kaportası bozuk araba’ benzetmesinde uyanmalıydık. Ne yazık ki uyanamadık… Sonra hepsi birbiri ardına geldi. Her geçen gün yeni bir açıklama yapıldı. Bizler, kendini ‘izlemeye’ adamış insanlar olarak, “Daha fazla ne kadar bozabilir ki?” dedik. Bozdu da bozdu. “Bu kadar bozamaz,” dedik, daha da bozdu, artık önünü alamaz olduk.

Bir tarafta, sınav sorularına ilişkin rezaletler birbiri ardına yaşanırken, “Sizin okullarınız tinerci yetiştiriyor” cümlesini duyduk. “Uludere’de neler oldu?” diye sorup, “Benim bedenim benim kararım” derken, “Her kürtaj Uludere’dir” cümlesini duyduk. “Her eve üç tane, üç de yetmez beş tane” emrini duyduk, sonra “Sezaryen de olmaz” cümlesine geçtik. Tarihi binaları birbiri ardına AVM’ye dönüştürürken “Üç beş çanak çömlek” trolüne maruz kaldık. Bir gün korsan taksicilere dair cümleler duyduk, sonra kimi kurumların çalışanlarına.

Fena olan, bunu sadece Başbakan’ın yapmıyor olması. Maşallah, bütün kabine hazır kıta bekliyor. Bakanlar, konuşulması gereken onca mesele dururken, gündemi birbiri ardına, hallaç gibi silkeliyorlar. Sadece bakanlar olsa canımıza minnet. Bürokratlar da çorbada tuzları bulunsun diye ellerinden geleni yapıyorlar. Malum, bu işler hiyerarşik bir düzende ilerler. En üstten en alta kadar gider… Bürokrattan fırsatı kapan biraz kalburüstü birileri hemen yeni bir hamle geliştiriyor. Kimisi dizilere dava açıyor, kimisi sanatçılara dava açıyor… Bir bakıyoruz ‘yazar’ cihetinden bir sanatçı ‘muhafazakâr sanat’tan dem vuruyor. Hemen ona bakıyoruz, neler oluyor diye. Bir bakıyoruz ders kitaplarında şiirler değişiyor, şairler sansüre uğruyor…

Zira okul sıralarında ezberlediğimiz şarkıların şekli değişiyor
“heykeller ucubeye,
ormanlar TOKİ’ye,
TOKİ’ler residence’lara,
tarihi binalar AVM’ye
dönmeli yurdumda…”

Akademisyenlerin, gazetecilerin veya güvendiğimiz dağların bundan farkı da yok hani. Biri dekolteden tecavüze gerekçe çıkarıyor, biri otizm ile ateizm arasında bağlantı kurmaya çalışıyor, diğeri kim bilir hangi durumdan vazife çıkarıp ‘İnek Şaban’ ismine kafayı takıyor, biri piyaniste dava açıyor… Arada atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Çünkü troller, belli bir çevrede yaratabilecekleri kadar çok sorun yaratmanın peşindeler. Karşılarındaki insanda öfke, tiksinti vb. hisler yaratmak onlara tuhaf bir zevk veriyor.

İnternet sözlüğü NetLingo, dört tip trollemeden bahseder: Oyunla karışık trolleme, taktiksel trolleme, stratejik trolleme ve baskın trolleme. Özetle, “kurbanlarının” reaksiyonlarından beslenmenin yolunu bulmuşlar. Hâlâ durumu fark etmeyen varsa, affınıza sığınarak belirteyim: Buradaki kurban bizler oluyoruz.

Eski hikâyedir: Vaktiyle panayırların, Direklerarası’nda tertiplenen şenliklerin ve diğer kamuya açık alanların olmazsa olmazı ip cambazlarıymış. Yüzlerce insan, cambazın yerden metrelerce yüksekte, incecik bir ipin üzerinde, ölüme meydan okurcasına yürümesine ‘ağızları açık’ bakarlarmış. Tabii bu durum, yan kesicilerin de mesai alanı anlamına geliyormuş. Yukarıdaki cambazın türlü numaralarını izleyen halk, cebine giren eli fark edemezmiş. Ola ki biri duruma ‘uyanıp’ tepki göstermeye çalışırsa, yankesicinin ortağı sessizce ‘duruma uyanan’a yanaşıp, onu elindeki ‘sivri’ aletle dürterek “Cambaza bak, cambaza” diye uyarırmış…

Daha fazla bir şey söylemeye gerek yok. Aslında yazının başlığı ve bir iki cümlelik izah, ne demek istediğimizi fazlasıyla anlatmaya yeterli. Çünkü sürekli trolleniyoruz ve artık bunun farkına varmış olmamız gerek. Hâlâ cevap yetiştirme derdine düşüyor veya ‘trol’ kurbanı olmaya devam ediyorsak, eh, ‘cambaza bakmaya devam’.

, , , , , ,
Share
Share