SAA-1 / 047 Yürüyün Anacım

SAA-1 / 047 Yürüyün Anacım

AHMET BÜKE
Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi - 13 Nisan 2015

Berber Kâzım’ın okunmayan şiirleri giderek dert olmaya başladı. Sadece Berber’in derdi değildi bu. Ben anlamıştım; ama mahalleli geç kalmıştı bu konuda.

Yürümek güzeldir. Hem de bedava. Orhan Veli bugünleri görmedi Allah’tan. Dedemin lafıyla, “Bilabedel su bulmak gayrikabil, mirim!” Yani su bedava değil artık. Hava işine de az kaldı; ama zaten temiz hava için hususi araç lazım. Atlayacaksın koltuğa, dolduracaksın benzini, yollanacaksın kırlara. Gördüğünüz gibi yine para işi.

Ama yürümek öyle mi ya?

Değil.

Yazmak da bedava, misal. Bizim Berber Kâzım çok güzel fıkralar yazardı helvacı kâğıtlarının üzerine. Okur okur gülerdik. Sonra şiire sardırdı. Onun benden başka okuyanı olmadı mahallede. Gerçekten anlaşılması zor şeylerdi yazdıkları.

Bir tanesini bugün gibi ezberimde:

Şebla, şehir eşkıyasının adıdır
Onu öyle bilirdik biz.
Oysa Lübnan’da silahla uyuyan
ve güllerine diken takan
güneşin eltisiymiş.
Şebla Şebla Şebla
Gelseydin bize
Hurç doldurduk annenle
“Yavrumun çeyizi çiçekle böcek,” derdi rahmetli.
Komşulara duyurmadık ziynetleri
Son gece hakkı Reisicumhur’undur her zaman!
Onu da kaybettik çok odalı bir gemide.
Şebla Şebla Şebla
Temerrüde düştüm[1] senden beri.

Evet, yazmak bedava. Belediye resim, rüsum[2] kesmiyor. Vergi de tahakkuk etmiyor adınıza. Lakin yürümek gibi değil. Yazdığınızı okutamayınca, bir hararet hasıl oluyor bünyede. İç basınç başlıyor birikmeye.

Berber Kâzım’ın okunmayan şiirleri giderek dert olmaya başladı. Sadece Berber’in derdi değildi bu. Ben anlamıştım; ama mahalleli geç kalmıştı bu konuda.

Yine de Kâzım Abi’yi teskin etmeye çalıştım.

“Abi, boş ver yahu! Önemli olan yazmak değil mi hem?”

“Hayır evladım, değil. Şu fakir havsalan[3] bunu almıyor. Yazıyı bir canlıdan ayıran nedir?”

“Nedir?”

“Hiçbir şeydir.”

“Nasıl yani?”

“Yazı da bir canlıdır. Hamisi, banisi[4] ve velisi vardır onun da. Dünyaya getirenin mesuliyetleri vardır. Cami avlusuna bırakamazsın öyle. Yazdım, kalsın orada, diyemezsin.”

“Kâzım Abi, abartmıyor musun biraz?”

Ben öyle deyince usturayı kaptı tezgâhtan, yere çaldı.

“Nasıl lakırdı şimdi bu?”

Gömlek cebinden bir Uzun Samsun çekti. Yaktı. Körükledi hızlı hızlı. Sonra çekmecesini açtı. Bir sürü, üzeri çiziktirilmiş helvacı kâğıdı duruyordu.

“Bak, bunlar benim evlatlarım. Her gece ağlaya ağlaya öpüyorum onları. ‘Neden biz buradayız, ne için bu dünyadayız, neden kimse bizi okumuyor?’ diyorlar.”

“Abi, ben okuyorum ya işte.”

“Yetmez evladım, yetmez. Üstelik sen…”

Üstelik ben haftada elli lira alıyordum Berber Kâzım’dan şiirlerini okumak için. Çok para değildi; ama hiç para olunca, az da çok gibi geliyor insana. Gerçi Kâzım’ın şiirlerini okumak ve hepsi için, ‘Burada şair ne demek istemiş?’ konusunda yorumlar yazarak şiirleri geri vermek için gerçekten çok para isterdi insan. Fakat, işte, piyasa koşulları denilen bir şey vardı ve ben de yüksek kimya mühendisi falan değildim nihayetinde.

“Kâzım Abi, ben olaya profesyonelce bakıyorum, evet. İşimi ciddiye alıyorum; ama senin şiirlerini okuyor olmak benim için ne büyük bir şans, biliyor musun?”

Doğruldu. İki omzumdan tuttu, gözlerini kıstı.

“Galiba haftalığım yetmiş beş lira oluyor,” diye geçirdim içimden.

Hadi inşallah!

“Evladım,” dedi Berber Kazım. “Nasıl büyük yalancısın, nasıl sahtekârsın…”

Babaannem beni yeterince atik olmamakla suçlardı hep. Hayattaki hallerimin çoğu bu yüzdenmiş. Dedem de, “Hanım, atiklik her bünyede olmaz. Alışmadık bünyede o don düşer, o kaba görünür,” derdi.

Benim kendimce atikliğimin sonucu şu oldu: Gitti bizim haftalık.

İçeride kalan paramı da vermeyince, mecburen camını indirdim.

Şimdi yürüyorum.

Yürümek güzeldir.

Hem bedava hem de kimseye zararı olmaz.

Yürüyün anacım…

[1] temerrüde düşmek: Ödenmesi hâlâ mümkün olan borcu ödememekte direnmek.
[2] resim: Vergi | rüsum: Vergiler.
[3] havsala: Zihnin bir şeyi anlama, kavrama yetisi.
[4] bani: Yapan.

, , , , , , , ,
Share
Share