SAA-1 / 034 Bir Şerefiye Meselesi

SAA-1 / 034 Bir Şerefiye Meselesi

AHMET BÜKE
Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi - 12 Ocak 2015

Adamlar eski yolumuzu söküp, kamu bütçesiyle, yani yine bizim vergilerimizle yola asfalt dökmüşlerdi. Şimdi de yol yaptık, muhitinizin kıymeti arttı, mülkleriniz –güya– değerlendi, hadi bakalım buyurun “Şerefiye Parasına” diyorlardı.

Bizim sokağın döşeme taşlı bir yolu vardı. Çoğu çakmaktaşındandı. Kavun yüklü at arabaları girince mesele olmazdı ama yolcusuz fayton atlarının nalları kıvılcımlar saçardı.

Yolun dişleri zamanla eksilmişti haliyle.

Yağmur yağınca, o dede ağzı boşluklarda biriken suyun alttaki toprağa değmesiyle mis gibi bir koku yükselirdi.

Önce, telefon hatları geçerken yolun bir kenarını yediler.

Sonra da asbestli su borularını yenilediler.

Yol iyice yol olmaktan çıktı. Orası burası yırtılmış bir film afişine benzedi.

Sonunda, belediye var olan taşları da kaldırıp asfalt çekti.

İşte o zaman mahallenin yüzü biraz karardı.

Üstelik yazı bol bir memlekettir burası; güneşi çeken asfalt, gece bütün hararetini evlere doğru boşaltmaya başladı. Bunaldık be kardeşim, bunaldık gerçekten!

Ama asıl fırtına sonra başladı.

Mahallede her eve belediyeden bir sarı zarf geldi:

“Değerli Hemşerimiz,

…”

Herkes birbirine gösteriyordu gelen yazıyı ve makbuzu.

Adamlar eski yolumuzu söküp, kamu bütçesiyle, yani yine bizim vergilerimizle yola asfalt dökmüşlerdi. Şimdi de yol yaptık, muhitinizin kıymeti arttı, mülkleriniz –güya– değerlendi, hadi bakalım buyurun “Şerefiye Parasına” diyorlardı.

İlk asabı bozulan, babaannem oldu.

Gitti mahallenin ortasında evrakı yaktı.

“Sizi gidi edepsizler! Bu parayla kediye köpeğe lokma dökerim, yine size yedirmem!”

Dediğini de yaptı.

Eşrefpaşa’nın en güzel lokma döken adamı Halil Usta bizim kapının önünde iki çuval un ve iki teneke ayçiçeği yağıyla kollarını sıvayıp işe başladığında, Bahri Baba Parkı’ndan Karantina’ya kadar bir hat üzerindeki tüm kediler ve yaşlı, yoksul sokak köpekleri birikmeye başladı.

Ne dediysek o!

Bütün lokmaları, sahipleri son kırıntılarına kadar yediler.

Üstüne de, sağda solda, arabaların tepesinde ve kapı eşiklerinde derin bir ikindi uykusu çektiler.

Bakkal Nihat çok üzülmüştü bu işe. Biraz da içerlemişti.

“Yani bu mahallede insan da var arkadaş. O kadar da kokuttular,” diye sızlandı durdu.

Fakat bu kalkışmanın etkileri de oldu. Epey bir hane, şerefiye parasını yatırmadı. Belediye’nin yolladığı zabıtalar “Reis Bey bu işi ar yapmaya başladı, bu işin sonu iyiye gitmiyor,” diye bir kaç defa mahalleye girip çıktılar.

Sonunda bizim kapımız da çalındı.

Gençten bir belediye çavuşu, “Teyzeciğim, kusura bakmayın, sizin su saatinde kaçak var gibi. Sökeceğiz mecburen,” dedi.

“Yani?” diye eli belinde eşikte durdu babaannem.

“Yani bir süre susuz kalacaksınız. Saat olmadan bağlayamayız.”

“İyi o zaman, saat gelene kadar boruya kör tapa olarak seni takarız,” dedi babaannem ve adamın yakasından tuttuğu gibi içeriye çekti.

Çat kapıyı kapattı.

Ben elimde yumurta tavasıyla –kahvaltı hazırlıyordum– mutfağın kapısında kalakalmıştım ki, sapından çekip aldı benden.

Adam ne olduğunu anlamadan kütt, bayıldı.

Bir kaç saat sonra ayıldığında salonda divanda yatıyordu.

“Ben… Ben kimim, hatırlamıyorum,” dedi.

Babaannem az biraz celalleniverdi.

“Yürü, git edepsiz! Yalan söyleme.”

Öyle baktı ikimize. Sonra ağladı epey.

Adı Semih’miş.

“Çok mutsuzum teyze. Sizde kalsam olur mu?” dedi.

Semih Abi bizde iki sene falan kaldı.

“Ne yapayım, sokağa mı atayım çocuğu? Mutsuz insan evsiz gibidir,” dedi babaannem.

Neden mutsuzmuş sormadık. O da anlatmadı.

Belediye’deki yazışmaları, ihbarnameleri, kesme ve ceza tebligatlarını sürekli sümen altı etti. Bazen yırttı. Bazen yanlış adreslere yollayıp işi karıştırdı. Bir süre sonra Reis Bey yeni seçimleri kazanamayınca, biz de unutulduk zaten.

Semih Abi bir sabah ikimizi de yanaklarından öperek evden çıktı, gitti.

“Geçti artık,” dedi. “Ne mutsuzsum ne de mutlu. Tam arada bir yer keşfettim.”

 

, , , , , , , , ,
Share
Share